recently voted (3)

navigate to the topic list
  • dizi tavsiyesi

    1) the wire: senaristinin 10 yıl boyunca dizinin çekildiği bölgede gazetecilik yaptığı, gerçek hayattaki suçlu insanların dizide rol aldığı, epik bir anlatıya, felsefik bir yöne, sistem eleştirisine ve aforizmalara sahip gelmiş geçmiş en gerçekçi dizi. the wire bugün okullarda ders olarak okutulmaktadır.

    2) breaking bad: televizyonda çok yeni teknikler sunan, karakter analizinin en iyi yapıldığı, ana karakterin harika bir oyunculuk sergilediği bu dizi muhteşem bir sanatsallık örneği. bir sanat eseri.

    3) the sopranos: televizyonun en iyi antikahraman karakterine sahip bu dizi, psikoloji üzerine kuramlar barındıran, sağlam alt metinlere sahip, bir mafya dizisinden fazlası.

    4) oz: bütün çıplaklığıyla hapishaneyi ve mahkumları anlatan bu dizi, felsefik bir yönü olmasının yanında sistem eleştirisi içeriyor. karakterlerin ağzından aforizmalar söyleten oz, çok iyi bir hapishane dizisi.

    5) dekalog: daha dramatik bir dizi izlemedim. kieslowski'nin polonya televizyonu için yaptığı bu dizi, seyircinin kalbini acıyla doldurup esir alıyor. hayatın anlamını arıyor. özellikle kubrick'in övgüyle bahsettiği bu diziyi tavsiye ediyorum herkese.

    6) chernobyl: bir hayli vurucu olan bu mini dizi, pripyat çernobil patlamasını ve olay sonrasını anlatıyor. atmosfer o kadar iyi ki, sanki olaylar tekrar yaşanıyor ve biz olanları izliyoruz. kazanın ve kaza sonrasının atmosferinin çok iyi verildiği bu diziyi izleyin.

  • ölüm

    "ne zaman ölürsün biliyor musun? kalbin atmayı bıraktığı an değil. nefes alamadığında da değil. üzerine toprak serdikleri zaman da değil. ölüm öyle bir şey değil çünkü. öldüğün zaman, ailen üzülür herkesten önce. seni o yaşına kadar büyütmüşlerdir, uğraşmışlardır etmişlerdir, sen onlara ihanet ediyorsundur bir nevi. bunun suçlusunun onlar olduğunu bilmezler mesela. asla da öğrenemezler. öğrenmemeliler, bu acımasızlık olurdu. sevdiğin kız, bir zamanlar onun için sabahlara kadar heyecandan uyuyamadığın kız, sevgilisi varsa ondan ayrılır. bir süre erkeklerden de uzak durur. vicdan azabı çeker uzun bir süre. seni aslında ne kadar sevdiğini, çok pişman olduğunu söyleyip durur. arkadaşların, okula gidiyorsan eğer, sırana bir çiçek koyarlar. bir süre sessizlik olur sınıfta da, uzunca bir süre. herkes birbirinin yüzüne bakar, diyecek bir şey yoktur. giden gitmiştir. yatağın vardır, kokun sinmiştir her yere. evin her köşesine. kıyafetlerin vardır, onları giyiyorsundur. onlar hala vardır ama içinde kimse yoktur. yatağında da bir süre kimse uyumaz. baban sana harçlık vermeyeceği için cebinde daha fazla para kalır. sofraya bir çatal, bir kaşık, bir de tabak eksik konur. zaman geçer, sensiz de yaşamaya devam ederler. bunlar önemli değil. bunlar olurken sen ölmüş olmazsın çünkü. sonra mı? canımı veririm onun için dediğin kız, başkasıyla birlikte olur. onu da öper seni öptüğü gibi, ona da sarılır. onu da koklar. arkadaşların senin yokluğunu bile hatırlamadan gülüp eğlenmeye devam ederler. arada akıllarına gelirsin elbette, bir buruk tebessüm olursun o zaman dudaklarının kenarlarında. annen baban bile unutur seni. günlük rutinlerini devam ettirmeye başlarlar, seni hesaba katmadan. sensiz. sen olmadan. o zaman ölürsün sen işte. ölmek budur aslında. yaşamak kalbin atması değil, başka kalplerin de senin için atmasıdır. ben çoktan öldüm, kimse fark etmedi bile."

  • the godfather

    vito corleone'nin ölüm sahnesi üç film içindeki en iyi ve en doğal sahnedir. portakal kabuklarıyla torununu korkutması, torununun sanki rol icabı değil de gerçekten korkması, vito corleone fenalaşıp düştüğünde torununun gülmesi, suyu dedesinin üzerine sıkması, kameranın tüm bunları karşıdan çekmesi muazzam bir sahnedir.

    luca brasi'nin ölüm sahnesinde düşmanlarının luca brasi'nin boğazına iple çökmesi, öldürürken adamın dilinin yanaklarından fırlayacak gibi olması, yüzünün ve gözlerinin kızarması, yüzünün aldığı şekil, luca brasi'nin direnmesi ancak düşmanların buna izin vermemesi de doğal ve gerçekçi bir sahnedir.

    michael corleone'nin restoranda polisi ve diğerini vurmadan önceki gerilim, michael'ın yüz ifadesi, ikisini vurduktan 8-10 saniye kadar sonra cesetlerin yavaşça, doğal ve gerçekçi bir biçimde yere düşmesi de güzel detaylardır.

    ilk sahnelerde vito corleone'nin yanına gelen karakter, vito'nun gözünün önünde konum değiştirir. ama bu sahneyi çekmez yönetmen. karakterin hareket ettiğini, marlon brando'nun diğer karaktere konumlanmış hareket eden gözlerinden anlarız.

    michael corleone'nin hastanede dayak yediği sahne, yani yumruğu yiyişi ve bu darbeden sonra bayılır gibi kendini bırakması son derece gerçekçidir. gerçek hayatta daha önce hiç kavga etmemiş zayıf bir insanın vereceği tepkiyle neredeyse aynıdır.

    ihanet eden bir adamı götürüp şehirden uzak, buğday tarlalarının olduğu yerde, aracın içinde, bir elin silah çıkararak vurması, kameranın bunu önemsiz bir sahneyi kayda alıyormuş gibi çekmesi de teknik bir sahnedir ayrıca.

    açılış sahnesi, yani levazımatçının söze "i believe in america" diye başladığı sahne, yoğun, estetik ve erkeksidir. en iyi açılış sahnelerinden biridir. karakterin okuduğu metnin içeriği, ışığın kullanımı, ciddiyet ve benzeri şeyler filmin geri kalanı için bir öngörüye sahip olmamıza sebep olur.

    bir oyuncu bir filme ne kadar sirayet edebilirse marlon brando da o kadar sirayet etmiştir the godfather'a. baba deyince çoğu insanın aklına vito corleone gelmesinin sebebi marlon brando'dur. hem marlon brando'nun kendi kariyerindeki en iyi oyunculuğudur bu film, hem de sinema tarihinin en iyi oyunculuğu.

    the godfather 1, sadece belli alanlarda değil, neredeyse her konuda ve neredeyse her yönüyle mükemmele en yakın 2 filmden biridir. sanatsallık kalite, sağlamlık, doğallık, gerçekçilik, teknik, felsefilik gibi konularda, üzerine çıkılması zor bir filmdir. bir filmden ziyade, bir sanat eseridir.