most liked (42)

navigate to the topic list
  • kimse vazgeçilmez değildir ama herkes biriciktir

    hiç kimse vazgeçilmez değildir çünkü hayatın kendisi değişim üzerine kuruludur. hiç kimse hiçbir ilişki sonsuza dek yaşamda kalamaz. eksilen ve gidenlerin yeri doldurulur. ancak vazgeçilmez olmamak, değersiz olmak anlamına gelmez. her insanın/ilişkinin kendine özgü bir yeri, izi ve katkısı vardır. bir kişi giderse yerine bir başkası gelir, bir ilişki biter yenisi kurulur ama hiçbir yeni gelen, eskisinin tam olarak aynısı olamaz.

  • engellenmiş listesi

    kişinin kendisi açısından temiz bir sözlük yaratma çabasının sonucudur. bir nevi kafayı kuma sokmaktır.

    varan bir: 23cm keser sapi - sebep: tiksinti.

  • hiçbir işe yaramayan toplantılar

    kamudaki toplantıların ekseriyeti.
    gelsin çaylar, gitsin kahveler. bir arpa boyu yol alınmaz. havanda su dövülür boyuna. toplantıya gelen konuyu bilmez, konuyu bilen "aman üzerime iş kalmasın" diye aptalı oynar. meydanı boş bulan bir iki kıt zekalı kendini göstermek sevdasında saçmalar da saçmalar. mecbur olursun, dürter egon, alırsın sazı eline, "o öyle değil, böyledir" diye koyarsın ortaya, bir iki de akıllıca çözüm önerisi, savuşur kağıttan kaplanlar, bingo, hayırlı olsun, iş üstüne kalmıştır.

  • iş hayatında çalışmaktan tiksindiren şeyler

  • evde limon çekirdeği ekip limon almayı beklemek

    evvel zaman içinde mutfakta limon sıktıktan sonra elimde kalan çekirdeklere bakıp, bunlar çöpe gitmemeli, doğaya kazandırılmalı, dedim. o anın coşkusuyla kendimi bir tarım devrimi başlatıyormuş gibi hissettim. gözümde canlanan sahne şuydu: balkonda mis gibi limon kokan bir ağaç, dallarında koca koca sarı limonlar, gelen misafirlere, bahçeden yeni topladım, diye artistlik yapmalar

    ilk iş olarak internetten, limon çekirdeğinden limon ağacı nasıl yetiştirilir? diye araştırmalara başladım. meğer olay sandığımdan da basitmiş. çekirdekleri suda beklet, toprağa ek, sulamayı unutma, sonra gelsin limonlar. heyecanla işe koyuldum.

    çekirdekleri özenle yıkadım, saksıya tek tek yerleştirdim, üzerlerine nazikçe toprak serptim. sonra da gözlerimi diktim, büyümelerini bekledim. tam 30 saniye boyunca. ama bir hareket yoktu. biraz işkillendim ama sabırlı bir insan olarak bilinirim, bi iki saat beklerim dedim.

    günler geçti. her sabah gözlerimi açar açmaz saksıya koştum. bugün limon ağacı fışkırmış olabilir, diye ümitlendim. ama toprak hala dümdüz. içimden, acaba geceleri mi büyüyor? diye düşündüm ve bir gece saksının başında nöbet tuttum. sonuç: sıfır gelişme, bolca uykusuzluk.

    bir hafta sonra minicik bir filiz çıktı. sevinçten neredeyse ona isim koyuyordum. olası isimler: limoncan, sarı, vitamin bey. artık sabahları ona günaydın diyerek suluyor, büyümesi için klasik müzik açıyordum. birkaç ay içinde saksıda minik bir bitkim vardı.

    dedim, tarım devrimini başlattığıma göre bilimsel devrim aşamasına geçebilirim, sonra ver elini sanayi devrimi. bilimsel devrimi tarım üzerinden yapmak için limonlarla ilgili araştırmaya başladım, neyse ki internet benden önce bulunmuştu. botanik biliminde çığır açacak çalışmalarım hazin şekilde çekirdekten yetişen limon ağaçlarının limon vermeyeceğini, vereceği tutsa bile 10 seneden önce beklememek gerektiği aydınlanmasıyla sonuçlandı.

    demek bizim proje, emeklilik projesi oldu. aya sert insem daha kısa sürede sonuç alırım, dedim kendi kendime. acaba koka ocaklarına girip hava savunma sistemi mi üretsem dedim bir an sonra kurşuna alerjim olduğunu hatırlayıp vazgeçtim. öksürük yapıyor üstünüze afiyet.

    "bir markete gidip limon almak 10 saniye, çekirdekten yetiştirip meyve almak 10 yıl. kim kazandı? kapitalizm." kahrolsun kapitalizm, dedim sonra, içime doğru dedim, nolur noolmaz takarlar bileziği, zaten bu limon da anarşik gibi görünüyor artık gözüme.

  • şefkat

    şefkat, insanın başka bir canlıya yönelik içten ve derin anlayış, duyarlılık, acıma ve merhamet hissetmesidir.

    başkalarının acısını fark etmek, empati geliştirmek ve elden geliyorsa acıyı hafifletmek için harekete geçmeyi kapsar.

    şefkat, duygusal tepki olmanın ötesinde, yaşamın acımasızlığına ve acılarına karşı bilinçli bir tutum ve eyleme dönüşme potansiyelini barındıran ahlaki bir duruştur.

    edit: harf hatası düzeltildi.

  • yüzbaşı corelli'nin mandolini

    ingiliz romancı louis de bernieres'in 2001 yılında filme de alınan dördüncü romanı.

  • bir erkeğin aşık rolü yaptığını anlamanın yolları

    aşağıdaki biyokimyasal testlerin yapılmasını isteyin, sonuçları değerlendirin, şu belirtiler verse aşıktır muhtemelen, ama acaba size mi, o ayrı bir konu:

    * dopamin artışı
    * serotonin düşüşü
    * oksitosin ve vazopressin artışı
    * kortizol yükselmesi

    ardından yalan makinesine sokun

    hala emin olamadıysanız, son olarak, bütün çıkıntılarına elektrot bağlayıp, elektrik verin

    *bonus: buraya kadar okuduysanız ve aşamaları uygulamanıza rağmen sonuç elde edemediyseniz, kesin çözüm, ellerini kollarını arkadan bağlayın, boynunda bir taş ile bir göle atın eğer batıyorsa aşık değildir, bırakın batsın kefere. batmıyorsa aşıktır ve tebrikler ruh eşinizi buldunuz. kaçırmayın hemen nikahı basın.

  • ev erkeği

    ben çocukken şu ikisini bilirdik ev kadını , evde kalmış kız.

    ev kadını evli kadındır. dışarıda çalışmaz, evi çekip çevirir, çocukları büyütür, saçını süpürge eder.

    evde kalmış kız ise henüz anababa evinde yaşayan, okuma çağını geçmiş, evlilik çağının ortalarını geçmiş ve evlenmemiş kızdır.

    okumuş, ana baba evinden ayrılmış, evlenmemiş veya boşanmış çalışan kadınlara ise iş kadını denilirdi, evde kalmış kız denmezdi onlara.

    erkekler okuma çağı bitince askere gider, ardından evlendirilir, mümkünse ayrı ev açılır, değilse baba evinde bir oda verilir, adam iyi kötü bir işe sokulurdu.

    ev erkeği diye bir tabir yoktu. şimdi ise okuma çağını geçmiş, evlilik çağının ortalarını geçmiş, işte çalışmayan, ayrı evi olmayıp, ana babasının evinde kalan, bir erkek tipi belirgin olarak ortaya çıktı. bu kategoriye giren erkek sayısı hızla artıyor.

    ev erkekleri ev kızlarından farklı özellikler gösteriyor.

    ev kızları bal arısı ise ev erkekleri eşek arısı. ataerkil sistem ev erkeklerinin üretici olmasını engelliyor, onların boynuna asılan erkek rolleri erkekleri ev üretim süreçlerinin de dışına itiyor.

    kızlar evi çekip çevirmede annesine yardımcı olur, temizlik, yemek, alışveriş, evde kalan yaşlılara bakım hizmetleri gibi bir çok iş yaparak üretici insan olurken, ev erkekleri yeyip, içip, yatıyor, bırak evde bir işe yaramayı kendisi bir yük evin içinde, bir türlü bakıma muhtaç, kendini idare etmekten aciz varlıklara dönüşüyor genellikle, elbette istisnaları vardır. üstelik eskiden olsa dışarı çıkıp, kendisi gibi arkadaşlarıyla sosyalleşecek iken ekonomik sıkıntılardan dolayı giderek ev hapsinde yaşıyorlar. babalarından para istemek giderek zor ve onur kırıcı hale geliyor. bir tür cezaevine mahkum edilmiş gibiler. bu insanların hayatla tek bağlantıları internet, sosyal medya.

    giderek karamsar, kötücül varlıklara dönüşen ev erkekleri toplum için hiçbir üretim yapmadan sürekli tükettikleri için büyük bir tehdit oluşturuyor. üstelik incel ve benzeri gruplar (eşek arısı kovanları) oluşturuyorlar bu asalaklığa itelenen insanlar ve yarattıkları tehdidin niteliği de değişiyor. giderek bir milli güvenlik sorunu haline geliyorlar.

    elbette bu kişisel bir mesele değil, sorun bu insanlarda değil, sorun kapitalist düzen.

    kapitalist düzenin yarattığı bu dönüşüm, bireysel bir tembellikten çok sistemin dışına itilmiş, iş bulamayan ya da bulduğu işlerden geçinemeyen insanların çaresizliğini yansıtıyor. sanayi devriminden bu yana, erkekler için kimlik, iş ve üretkenlik üzerinden tanımlandı. ancak bugün, artan işsizlik, düşük ücretler ve yaşam maliyetlerinin yükselmesiyle birlikte birçok genç erkek, eğitimini tamamladıktan sonra ne iş bulabiliyor ne de kendi hayatını kurabiliyor. aile evine mahkum oluyor, evlenemiyor, toplumda bir rol üstlenemiyor.

    sorun şu ki, sistem bu insanlara bir çözüm sunmuyor. geçmişte iş bulamayan bir genç en azından çırak olup bir meslek öğrenebilir, düşük maaşla bile olsa bir işe girebilir, bir şekilde hayatını yoluna koyabilirdi. şimdi ise teknoloji ve küreselleşme, birçok orta ve düşük vasıflı işi ortadan kaldırdı. kendi işini kurmak için sermayesi yok, evlenmek istese maddi yükü taşıyamıyor, yalnızca tüketici konumuna itilmiş, umutsuz ve öfkeli bir nesil doğuyor. işte bu yüzden "ev erkeği" sadece bir aile içi yük değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı tehdit eden bir sorun haline geliyor.

    kapitalist sistem, çalışmayan ve üretemeyen erkekleri önce sistem dışına itiyor, sonra onların neden olduğu toplumsal sorunları bahane ederek `otoriter politikalar `geliştiriyor. işsizlikle boğuşan, kendine yer bulamayan bu gençler, kimliklerini kaybettikçe sosyal medya ve sanal gruplara yöneliyor. buralarda radikalleşiyor, toplumdan öç almaya çalışan, kendini "kaybedilmiş bir neslin parçası" olarak gören bireylere dönüşüyorlar. sorunun kökeni bireylerde değil, onları bu duruma iten ekonomik ve toplumsal sistemde. ama bu gerçeği görmezden gelenler, yalnızca sonuçları eleştirmekle yetiniyor.

    edit: gbkz düzeltildi.

  • 30 senelik karısını boşayan erkekler

    şeriatın olduğu bir yerdeki erkek. kadının boşanma hakkının dahi olmadığı siz konusu toplum düzeninde erkek "boş ol" diyerek boşar karısını.

    laik türkiye cumhuriyeti'nde ise erkek karısını boşayamaz, boşanma kararını mahkeme verir.

    erkek ve kadının, eşit şekilde, mahkemeden boşanmayı talep etme hakları vardır sadece.

    işte kadın ve erkek eşitliği, derken kastımız tam da bu tür konular. dincilerin asıl düşman oldukları da budur onların kadın ve erkek eşit değildir fıtrattan farklıdır derken söylemek istedikleri şey, kadınların laik düzende sahip oldukları tüm hakların ortadan kaldırılması ve ilk çağ toplum düzenine dönülmesidir.

  • sözlükçülerin eğitim seviyeleri

    eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır.

    "ilim, ilim bilmektir,
    ilim kendin bilmektir,
    sen kendin bilmezsen,
    bu nice okumaktır?"

    "okuma, zihni aydınlatır; cahillikse karanlıkta yaşamaktır." victor hugo

    (see: doktora)

  • muhsin yazıcıoğlu

    muhsin yazıcıoğlu, türkiye'nin siyasi tarihine milliyetçi-muhafazakar çizgide bir figür olarak geçti. ancak onu ve içinde bulunduğu hareketi sadece yerel dinamikler üzerinden değerlendirmek, önemli bir eksiklik olur.

    1970'lerde türkiye'deki sağ ve sol çatışmaları, yalnızca iç dinamiklerin değil, uluslararası güçlerin de müdahil olduğu bir sürecin parçasıydı. ülkücü hareketin devlet içindeki konumlanışı ve amerika birleşik devletleri ile bağlantıları göz ardı edildiğinde, bu dönemde yaşanan şiddet ve siyasi cinayetler eksik bir bağlamda ele alınmış olur.

    soğuk savaş döneminde abd'nin küresel stratejisi, komünizmin yayılmasını engellemek üzerine kuruluydu. bu çerçevede, abd istihbarat teşkilatı cia, pek çok ülkede anti-komünist paramiliter grupların örgütlenmesine destek verdi. nato bünyesinde oluşturulan ve türkiye'de "kontrgerilla" olarak bilinen gladio yapılanması, bu sürecin en somut örneklerinden biriydi.

    türkiye'de 1960'lardan itibaren sol hareketin güçlenmesi, özellikle öğrenci ve işçi hareketlerinin radikalleşmesi, abd destekli bir anti-komünist karşı-hareketin inşa edilmesini kaçınılmaz hale getirdi.

    ülkücü hareket, bu sürecin en önemli aygıtlarından biri haline geldi. milliyetçi cephe hükümetleri döneminde, ülkü ocakları'nın devlet desteğiyle silahlandırıldığı, eğitim kampları kurulduğu ve bu yapıların doğrudan derin devlet unsurlarıyla ilişkilendirildiği artık bir sır değildir. 12 eylül 1980 darbesi sonrası ortaya çıkan belgeler ve itiraflar, ülkücü kadroların mit, cia ve kontrgerilla ile bağlantılarını açıkça ortaya koymaktadır. bu süreçte yazıcıoğlu, ülkücü gençlik derneği ve ülkü ocakları içinde aktif bir lider olarak yer aldı.

    ülkücü hareket'in sokak çatışmalarındaki rolü, sadece ideolojik bir çekişmenin parçası değil, aynı zamanda devletin ve küresel güçlerin yönlendirdiği bir operasyonun parçasıydı.

    bu dönemde yüzlerce sosyalist, akademisyen, sendikacı ve öğrenci öldürüldü, sendikalar ve sol örgütler silahlı saldırılarla bastırıldı. maraş ve çorum gibi katliamlar, sadece milliyetçi reflekslerin sonucu değil, sistematik bir anti-komünist temizliğin parçası olarak işledi.

    yazıcıoğlu, bu hareketin en kritik liderlerinden biri olarak, dönemin en kanlı olaylarında ideolojik ve örgütsel sorumluluğa sahip isimlerden biri oldu.

    1980 darbesi, hem sol hem sağ örgütlenmeleri hedef aldı. ancak burada kritik fark, sağ grupların devletle olan organik ilişkileri nedeniyle, kısa sürede yeni bir düzen içinde yeniden konumlanabilmeleriydi.

    abd destekli darbe, türkiye'de neoliberal ekonomik dönüşümün önünü açarken, ülkücü hareketin eski kadroları bir süre sonra yeni milliyetçi-islamcı eksende siyasete döndüler.

    muhsin yazıcıoğlu, 1980 sonrası hapishanede geçirdiği yılların ardından, mhp içindeki çizginin değişmesiyle birlikte 1992'de büyük birlik partisi'ni (bbp) kurdu. bbp, klasik ülkücü ideolojiyi daha radikal bir islamcı söylemle birleştirerek, milliyetçiliği türk-islam sentezi çerçevesinde yeniden tanımladı. ancak burada dikkat çeken nokta, yazıcıoğlu'nun geçmişteki şiddet mirasını sorgulamak yerine, ülkücü hareket'in "kullanıldığı" anlatısını güçlendirmesiydi.

    bu süreçte abd ve cia'nın türkiye'deki milliyetçi-islamcı hareketleri nasıl desteklediği unutulmamalıdır.

    1990'lardan itibaren, abd'nin sovyet sonrası dünyada yeni düşman olarak "radikal islam"ı tanımlaması, milliyetçi-islamcı hareketlerin politik alanını değiştirdi. bbp gibi yapılar, bir yandan devletle kontrollü bir ilişki sürdürürken, diğer yandan afganistan ve çeçenistan gibi bölgelerdeki cihatçı gruplarla organik bağlar geliştirdi.

    muhsin yazıcıoğlu'nun 2009'daki helikopter kazası, türkiye'de siyaset ve güvenlik bürokrasisi içindeki çatışmaların gölgesinde kaldı. kazayla ilgili birçok soru işareti gündeme gelse de, burada esas dikkat çekici nokta, yazıcıoğlu'nun devlet içindeki dengelerle nasıl bir ilişki içinde olduğu meselesidir.

    ölümünden kısa bir süre önce, devletin içindeki bazı kliklere dair eleştiriler getirmesi, ergenekon ve derin devlet yapılanmalarıyla ilgili çıkışlar yapması, onun sistem içindeki konumunu kırılgan hale getirdi. ancak bbp ve benzeri hareketlerin geçmişte cia bağlantılı yapılarla olan ilişkileri düşünüldüğünde, yazıcıoğlu'nun politik pozisyonunun, sistem içi hesaplaşmaların bir parçası haline geldiği de söylenebilir.

    sonuç olarak, muhsin yazıcıoğlu'nun siyasi hayatı, türkiye'de milliyetçiliğin nasıl paramiliter bir araç olarak kullanıldığını, abd ve cia'nın türkiye'de sağ hareketleri nasıl yönlendirdiğini ve bu yapıların sistem içinde nasıl yeniden şekillendiğini anlamak açısından önemli bir örnektir. onun şahsi duruşu ve samimiyeti bir yana, temsil ettiği hareketin politik işlevi, türkiye'deki sınıf mücadelesini bastırmak, devlete muhalif kesimleri sindirmek ve abd eksenli güvenlik stratejilerine hizmet etmek olmuştur.

  • saudade

    portekizce, kaybolan, uzaklaşan ya da artık erişilemeyen bir şeye duyulan derin özlemi, aynı zamanda o eksikliğin getirdiği hüzünlü kabullenme. saudade, özlemin yanında, o geçmişin veya kaybolan şeyin geri getirilemeyeceğini bilmenin getirdiği melankoliyi de içerir.

  • özlemek ama tekrar eskiye dönmeyi de istememek

    bazen kalbim, geçmişin izleriyle dolu bir sergide gezinir gibi. o günler, bütün o sözler, o anılar... her biri özenle işlenmiş, silinmeyen bir nakış misali ruhumun en derin kıvrımlarında. yine de ne kadar özlesem de bu yeniden bir araya gelmeyi arzuladığım bir davet değil, sadece sigara dumanı gibi boğucu ama elle tutulamaz. çünkü ayrılığın kesin çizgileri çizilmiş, eller birbirini bırakmış, artık kendi yolumuzda yürüyen, birbirinden kopmuş geçmişimizin gölgesi olmuşuz.

    unutmamak, aslında aşkın ve hayatın bir lütfu belki de; her hatıra, geçip giden zamanın ardında bıraktığı eşi olmayan bir iz. gerçekten yaşadığımın bir kanıtı-benimle birlikte ölecek olsa da. gözlerimi kapattığımda, birlikte gülüp ağladığımız, kalbimizin bir olduğu o anlar, sanki başka bir dünyanın kapısını aralayan melodiler... yine de bu anıları yeniden yaşamaya, onları tazeleyip, eski yaraları yeniden açmaya hiçbir arzum kalmamış. çünkü biliyorum ki, hatırlamanın kıymeti, onu yürekte nazikçe, kirletmeden saklamakta yatıyor; yeniden bir araya gelmek ise geçmişin ağır yükünü tekrar omuzlamak demek.

    kendi hayatının rotasını çizerken, benim dünyamda artık bir anı, ulaşılması imkansız bir hatıra olarak kaldın. yokluğun, benim için hem bir sükunet hem de bir vedadır. geriye dönüp baktığımda, o eski günlerin aydınlığıyla, acı tatlı anıların izleri kalbimde solgun bir ışık gibi duruyor. eskisi gibi ısıtmayan, aydınlatmayan ama yine de orada duran bir ışık, her şeyin tümden karanlığa gömülmesini engelleyen bir ışık. ben bu ışığı geçmişin izlerini saygıyla saklamak üzere bırakıyorum; yeniden alevlendirmeye çalışmak, hem kendimi hem de o anıları incitmekten başka bir şey değil biliyorum.

    belki de en derin ve gerçek aşk, geçmişte bırakılan izlerin, geleceğe dair umutla karışan sessiz bir şarkısı. unutmamak, o şarkıyı sürekli hafızamda çalmak, beynimde yeniden o notaları bir araya getirmek. eskisi gibi aşık değilim bunu biliyorum ama bir zamanlar aşıktım sana, bunun da bir önemi olmalı benim için.

    belki de en doğru olanı, geçmişin narin dokunuşunu yürekte saklamak; hatırlamanın değerini bilerek, o anılara dokunmadan geçip gitmekte gizli. artık ne o unutulmaz anılara geri dönmeyi ne de onları yeniden alevlendirmeyi istiyorum. çünkü bazen, en derin sevgi, vedanın ardından gelen özgürlüğün, hatıraların zarif mesafesini saygıyla korumakta saklı.

  • diyojen

    diyojen, antik yunan'da mö 4. yüzyılda yaşamış olan ünlü bir kinik filozoftur.

    sinop doğumludur. eğitimini atina'da almıştır.
    kinik felsefenin en önemli temsilcilerindendir bu felsefe; erdemi ve doğayla uyumlu, basit bir yaşam sürmeyi, mutluluğu dışsal değil seni değerlerde aramayı içerir. sadelik, basitlik, sosyal statülerin, toplumsal kuralların ve mülkiyetin reddi kinizmin temel görünümleridir.

    felsefesi kitaplarında değil yaşamında öğrenilir.

    bir keresinde gün ortasında atina'nın merkezinde elinde lamba ile dolaşarak insan arıyorum insan demesi, insanların sahteliğine dönük bir eleştiridir.

    yaşadığı fıçıda güneşlenirken, kendisini merak ederek bütün ihtişamıyla ziyaretine gelen büyük iskender'in "dile benden ne dilersen" sözüne karşı, istifini bozmadan, "az kenara çekil, güneşimi kesiyorsun, gölge etme bana başka ihsan istemem" demesi otoriteye ve zenginliğe suratına çarpılmış esaslı bir tokattır.

/ 3 »