recently voted (41)

navigate to the topic list
  • maddi kaygınız olmayan dünyada okuyacağınız bölüm

    gibi dizisindeki kafadarların ilkkan'ın gerçek ailesini aradıkları bölüm.

  • sindirella masalındaki mucize

    fransız yazar charles perrault'nun 1697'de yazdığı "cendrillon" masalında, sindirella'nın ayakkabıları camdan yapılmıştır.

    oysa kırılmaz cam (lamine cam), 1903 yılında fransız kimyager edouard benedictus tarafından tesadüfen keşfedilmiştir.

    öyleyse 206 yıl sonrasında bilgi veren sindirella kitabına hak ettiği değer verilmeli ve bir kutsal kitap olarak kabul edilmelidir.

    (see: "yeni dünyanın dini" nedir?)

  • harry potter

    torpilli büyücü çırağı.

  • yüzbaşı corelli'nin mandolini

    ingiliz romancı louis de bernieres'in 2001 yılında filme de alınan dördüncü romanı.

  • kimse vazgeçilmez değildir ama herkes biriciktir

    hiç kimse vazgeçilmez değildir çünkü hayatın kendisi değişim üzerine kuruludur. hiç kimse hiçbir ilişki sonsuza dek yaşamda kalamaz. eksilen ve gidenlerin yeri doldurulur. ancak vazgeçilmez olmamak, değersiz olmak anlamına gelmez. her insanın/ilişkinin kendine özgü bir yeri, izi ve katkısı vardır. bir kişi giderse yerine bir başkası gelir, bir ilişki biter yenisi kurulur ama hiçbir yeni gelen, eskisinin tam olarak aynısı olamaz.

  • hiçbir işe yaramayan toplantılar

    kamudaki toplantıların ekseriyeti.
    gelsin çaylar, gitsin kahveler. bir arpa boyu yol alınmaz. havanda su dövülür boyuna. toplantıya gelen konuyu bilmez, konuyu bilen "aman üzerime iş kalmasın" diye aptalı oynar. meydanı boş bulan bir iki kıt zekalı kendini göstermek sevdasında saçmalar da saçmalar. mecbur olursun, dürter egon, alırsın sazı eline, "o öyle değil, böyledir" diye koyarsın ortaya, bir iki de akıllıca çözüm önerisi, savuşur kağıttan kaplanlar, bingo, hayırlı olsun, iş üstüne kalmıştır.

  • bir erkeğin aşık rolü yaptığını anlamanın yolları

    aşağıdaki biyokimyasal testlerin yapılmasını isteyin, sonuçları değerlendirin, şu belirtiler verse aşıktır muhtemelen, ama acaba size mi, o ayrı bir konu:

    * dopamin artışı
    * serotonin düşüşü
    * oksitosin ve vazopressin artışı
    * kortizol yükselmesi

    ardından yalan makinesine sokun

    hala emin olamadıysanız, son olarak, bütün çıkıntılarına elektrot bağlayıp, elektrik verin

    *bonus: buraya kadar okuduysanız ve aşamaları uygulamanıza rağmen sonuç elde edemediyseniz, kesin çözüm, ellerini kollarını arkadan bağlayın, boynunda bir taş ile bir göle atın eğer batıyorsa aşık değildir, bırakın batsın kefere. batmıyorsa aşıktır ve tebrikler ruh eşinizi buldunuz. kaçırmayın hemen nikahı basın.

  • 30 senelik karısını boşayan erkekler

    şeriatın olduğu bir yerdeki erkek. kadının boşanma hakkının dahi olmadığı siz konusu toplum düzeninde erkek "boş ol" diyerek boşar karısını.

    laik türkiye cumhuriyeti'nde ise erkek karısını boşayamaz, boşanma kararını mahkeme verir.

    erkek ve kadının, eşit şekilde, mahkemeden boşanmayı talep etme hakları vardır sadece.

    işte kadın ve erkek eşitliği, derken kastımız tam da bu tür konular. dincilerin asıl düşman oldukları da budur onların kadın ve erkek eşit değildir fıtrattan farklıdır derken söylemek istedikleri şey, kadınların laik düzende sahip oldukları tüm hakların ortadan kaldırılması ve ilk çağ toplum düzenine dönülmesidir.

  • iş hayatında çalışmaktan tiksindiren şeyler

  • ev erkeği

    ben çocukken şu ikisini bilirdik ev kadını , evde kalmış kız.

    ev kadını evli kadındır. dışarıda çalışmaz, evi çekip çevirir, çocukları büyütür, saçını süpürge eder.

    evde kalmış kız ise henüz anababa evinde yaşayan, okuma çağını geçmiş, evlilik çağının ortalarını geçmiş ve evlenmemiş kızdır.

    okumuş, ana baba evinden ayrılmış, evlenmemiş veya boşanmış çalışan kadınlara ise iş kadını denilirdi, evde kalmış kız denmezdi onlara.

    erkekler okuma çağı bitince askere gider, ardından evlendirilir, mümkünse ayrı ev açılır, değilse baba evinde bir oda verilir, adam iyi kötü bir işe sokulurdu.

    ev erkeği diye bir tabir yoktu. şimdi ise okuma çağını geçmiş, evlilik çağının ortalarını geçmiş, işte çalışmayan, ayrı evi olmayıp, ana babasının evinde kalan, bir erkek tipi belirgin olarak ortaya çıktı. bu kategoriye giren erkek sayısı hızla artıyor.

    ev erkekleri ev kızlarından farklı özellikler gösteriyor.

    ev kızları bal arısı ise ev erkekleri eşek arısı. ataerkil sistem ev erkeklerinin üretici olmasını engelliyor, onların boynuna asılan erkek rolleri erkekleri ev üretim süreçlerinin de dışına itiyor.

    kızlar evi çekip çevirmede annesine yardımcı olur, temizlik, yemek, alışveriş, evde kalan yaşlılara bakım hizmetleri gibi bir çok iş yaparak üretici insan olurken, ev erkekleri yeyip, içip, yatıyor, bırak evde bir işe yaramayı kendisi bir yük evin içinde, bir türlü bakıma muhtaç, kendini idare etmekten aciz varlıklara dönüşüyor genellikle, elbette istisnaları vardır. üstelik eskiden olsa dışarı çıkıp, kendisi gibi arkadaşlarıyla sosyalleşecek iken ekonomik sıkıntılardan dolayı giderek ev hapsinde yaşıyorlar. babalarından para istemek giderek zor ve onur kırıcı hale geliyor. bir tür cezaevine mahkum edilmiş gibiler. bu insanların hayatla tek bağlantıları internet, sosyal medya.

    giderek karamsar, kötücül varlıklara dönüşen ev erkekleri toplum için hiçbir üretim yapmadan sürekli tükettikleri için büyük bir tehdit oluşturuyor. üstelik incel ve benzeri gruplar (eşek arısı kovanları) oluşturuyorlar bu asalaklığa itelenen insanlar ve yarattıkları tehdidin niteliği de değişiyor. giderek bir milli güvenlik sorunu haline geliyorlar.

    elbette bu kişisel bir mesele değil, sorun bu insanlarda değil, sorun kapitalist düzen.

    kapitalist düzenin yarattığı bu dönüşüm, bireysel bir tembellikten çok sistemin dışına itilmiş, iş bulamayan ya da bulduğu işlerden geçinemeyen insanların çaresizliğini yansıtıyor. sanayi devriminden bu yana, erkekler için kimlik, iş ve üretkenlik üzerinden tanımlandı. ancak bugün, artan işsizlik, düşük ücretler ve yaşam maliyetlerinin yükselmesiyle birlikte birçok genç erkek, eğitimini tamamladıktan sonra ne iş bulabiliyor ne de kendi hayatını kurabiliyor. aile evine mahkum oluyor, evlenemiyor, toplumda bir rol üstlenemiyor.

    sorun şu ki, sistem bu insanlara bir çözüm sunmuyor. geçmişte iş bulamayan bir genç en azından çırak olup bir meslek öğrenebilir, düşük maaşla bile olsa bir işe girebilir, bir şekilde hayatını yoluna koyabilirdi. şimdi ise teknoloji ve küreselleşme, birçok orta ve düşük vasıflı işi ortadan kaldırdı. kendi işini kurmak için sermayesi yok, evlenmek istese maddi yükü taşıyamıyor, yalnızca tüketici konumuna itilmiş, umutsuz ve öfkeli bir nesil doğuyor. işte bu yüzden "ev erkeği" sadece bir aile içi yük değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı tehdit eden bir sorun haline geliyor.

    kapitalist sistem, çalışmayan ve üretemeyen erkekleri önce sistem dışına itiyor, sonra onların neden olduğu toplumsal sorunları bahane ederek `otoriter politikalar `geliştiriyor. işsizlikle boğuşan, kendine yer bulamayan bu gençler, kimliklerini kaybettikçe sosyal medya ve sanal gruplara yöneliyor. buralarda radikalleşiyor, toplumdan öç almaya çalışan, kendini "kaybedilmiş bir neslin parçası" olarak gören bireylere dönüşüyorlar. sorunun kökeni bireylerde değil, onları bu duruma iten ekonomik ve toplumsal sistemde. ama bu gerçeği görmezden gelenler, yalnızca sonuçları eleştirmekle yetiniyor.

    edit: gbkz düzeltildi.

  • beyin çürümesi

    sosyal medyanın aşırı kullanımı, özellikle kısa süreli ve düşük kaliteli içeriklere uzun süre maruz kalma, beynin tembelleşmesine yol açar. bu durum, dikkati yoğunlaştırma yeteneğinin zayıflaması, derinlemesine düşünme kapasitesinin kaybolması ve eleştirel düşünme becerilerinin yok olması gibi olumsuz etkiler yaratır. ayrıca, beynin sürekli çöp bilgiye maruz kalması, bilgileri filtreleme yeteneğinin kaybolmasına neden olur ve bireyi sorgulamadan her duyduğuna inanmaya yatkın hale getirir. unutkanlık, yeni şeyler öğrenmeme ve zihnin zorlanma ile öğrenme kapasitesinin tükenmesi de bu sürecin diğer sonuçları arasındadır.

  • sözlükçülerin eğitim seviyeleri

    eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır.

    "ilim, ilim bilmektir,
    ilim kendin bilmektir,
    sen kendin bilmezsen,
    bu nice okumaktır?"

    "okuma, zihni aydınlatır; cahillikse karanlıkta yaşamaktır." victor hugo

    (see: doktora)

  • aldatan sevgiliyi affetmek

    iki kişi arasında bir ilişki kurulduğunda, ortada üç tane yaşayan varlık vardır: ikisi taraflar, üçüncüsü aradaki ilişki.

    her ilişki iki taraf kadar canlı bir varlıktır.

    tüm canlılar, doğar, büyür ve ölür. taraflardan biri ölürse ilişki ölür. taraflardan birinin diğerini aldatması ise ilişkiyi öldürmesi demektir.

    ölü bir ilişkiyi gömmek yerine güneş altında tutarsan zamanla daha da kokuşur, çürür, kurtlanır, bazen infilak eder, pis bir koku yayar, hasta eder.

    affetmekten kasıt tekrar ilişkiye devam etmekse, bu kişinin kendine yapacağı en büyük kötülükler arasında ön sıralarda yer alır,düşüklüktür.

    affetmek aldatanı hayatından çıkarmakla yetinip, çektiğin acıyı karşı tarafa misliyle yaşatmaktan vazgeçmek ise işte bu olgunluktur.

    aldatmak

    edit: gbkz verildi.

  • inanmıyorsan da saygı duy

    büyük bir çoğunluk tarafından inanılan yalana uygulanan tarife.

  • ben ayrılmak istiyorum diyen sevgiliye cevaplar

    sevgili ....,

    öncelikle bu konuyu açık ve dürüst bir şekilde benimle paylaşma cesaretini gösterdiğin için teşekkür ederim. ayrılık, iki insan arasındaki dinamiklerin karmaşık bir yeniden değerlendirmesini gerektiren bir durumdur. bu noktada, seninle bir akademik ve felsefi çerçevede konuşmak istiyorum çünkü ilişkilerin doğası, bireysel kimliklerimizin ve ortak anlam arayışımızın temel bir parçasıdır.

    martin heidegger'in varoluşçu felsefesinde belirttiği gibi, insan dasein yani "orada olan" bir varlıktır ve varoluşu, başkalarıyla birlikte olmaktan bağımsız düşünülemez. biz, kendi özümüzü yalnızca kendimizle değil, ilişkilerimiz aracılığıyla inşa ederiz. eğer bir ilişki, iki bireyin birlikte gelişimini artık desteklemiyorsa, ontolojik olarak sürdürülebilirliğini kaybedebilir. ancak burada sorulması gereken şu: gerçekten ilişki mi sürdürülemez hale geldi, yoksa bireysel algılarımızın bizi yönlendirdiği bir bilişsel çerçeve mi bunu böyle görmemize neden oluyor?

    hegel'in diyalektik kavramına göre, her şey bir tez, antitez ve sentez süreciyle ilerler. bir ilişkinin başlangıcı (tez) doğal olarak zaman içinde karşıt görüşler, anlaşmazlıklar ve zorluklarla (antitez) karşılaşır. fakat diyalektik sürecin doğası gereği, bu çelişkiler bir senteze ulaşarak yeni bir bilinç ve birliktelik seviyesi yaratabilir. ayrılık, bu süreci tamamlamak yerine kesintiye uğratmak anlamına gelir mi? yoksa bu, bizim kendi içsel antitezimizi anlamlandırma sürecimizin doğal bir sonucu mu?

    bağlanma teorisi, ilişkilerimizin büyük ölçüde çocukluk döneminde oluşan bağlanma stillerimizle şekillendiğini öne sürer. john bowlby ve mary ainsworth'ün çalışmaları, insanın bağlanma sisteminin bir kez oluştuğunda, ilişkilerde belirli tepkiler verdiğini gösterir. eğer şu anda ayrılmayı düşünüyorsan, bu karar gerçekten rasyonel ve uzun vadeli bir değerlendirme sonucu mu, yoksa bağlanma stilin veya mevcut duygusal durumun mu seni bu noktaya getiriyor?

    jean-paul sartre, özgürlüğün insanın hem en büyük nimeti hem de en ağır yükü olduğunu söyler. insan, sürekli seçim yapmak zorundadır ve her seçim, başka bir seçimi dışlar. eğer ayrılığı seçiyorsan, yalnızca bir ilişkiyi sonlandırmıyorsun; aynı zamanda bu ilişkinin getirdiği potansiyel gelecekleri de reddediyorsun. peki, bu kararı alırken özgürlüğünü gerçekten bilinçli mi kullanıyorsun, yoksa bilinçdışındaki bazı kalıplar mı seni bu seçime yönlendiriyor?

    edmund husserl'in fenomenolojisi bize deneyimlerimizi olduğu gibi anlamamızı, onları varsayımlar ve önyargılardan arındırarak ele almamızı önerir. şu an hissettiğin duygular, zihinsel temsiller, sosyal baskılar ve geçmiş deneyimlerden bağımsız olarak, gerçekten neye işaret ediyor? ayrılma arzun, bir kaçış mı, bir sonlanma mı, yoksa yeni bir dönüşüm ihtiyacının işareti mi?

    bu noktada senin kararına elbette saygı duyuyorum. ancak bu kararın gerçekten senin özgür iradenin bir yansıması mı, yoksa bilinçaltındaki bazı dinamiklerin sonucu mu olduğunu sorgulamak değerli olabilir. eğer bu konuyu daha derinlemesine ele almak istersen, belki birlikte bu düşünsel yolculuğa devam edebiliriz.

    ne olursa olsun, varoluşun, özgürlüğün ve insan ilişkilerinin doğası gereği, senin aldığın her karar, kendini inşa etmenin bir parçası olacak. umarım bu süreç, hem senin hem de benim için anlamlı bir dönüşüm fırsatı sunar.

    sevgilerimle

/ 3 »