bazen kalbim, geçmişin izleriyle dolu bir sergide gezinir gibi. o günler, bütün o sözler, o anılar... her biri özenle işlenmiş, silinmeyen bir nakış misali ruhumun en derin kıvrımlarında. yine de ne kadar özlesem de bu yeniden bir araya gelmeyi arzuladığım bir davet değil, sadece sigara dumanı gibi boğucu ama elle tutulamaz. çünkü ayrılığın kesin çizgileri çizilmiş, eller birbirini bırakmış, artık kendi yolumuzda yürüyen, birbirinden kopmuş geçmişimizin gölgesi olmuşuz.
unutmamak, aslında aşkın ve hayatın bir lütfu belki de; her hatıra, geçip giden zamanın ardında bıraktığı eşi olmayan bir iz. gerçekten yaşadığımın bir kanıtı-benimle birlikte ölecek olsa da. gözlerimi kapattığımda, birlikte gülüp ağladığımız, kalbimizin bir olduğu o anlar, sanki başka bir dünyanın kapısını aralayan melodiler... yine de bu anıları yeniden yaşamaya, onları tazeleyip, eski yaraları yeniden açmaya hiçbir arzum kalmamış. çünkü biliyorum ki, hatırlamanın kıymeti, onu yürekte nazikçe, kirletmeden saklamakta yatıyor; yeniden bir araya gelmek ise geçmişin ağır yükünü tekrar omuzlamak demek.
kendi hayatının rotasını çizerken, benim dünyamda artık bir anı, ulaşılması imkansız bir hatıra olarak kaldın. yokluğun, benim için hem bir sükunet hem de bir vedadır. geriye dönüp baktığımda, o eski günlerin aydınlığıyla, acı tatlı anıların izleri kalbimde solgun bir ışık gibi duruyor. eskisi gibi ısıtmayan, aydınlatmayan ama yine de orada duran bir ışık, her şeyin tümden karanlığa gömülmesini engelleyen bir ışık. ben bu ışığı geçmişin izlerini saygıyla saklamak üzere bırakıyorum; yeniden alevlendirmeye çalışmak, hem kendimi hem de o anıları incitmekten başka bir şey değil biliyorum.
belki de en derin ve gerçek aşk, geçmişte bırakılan izlerin, geleceğe dair umutla karışan sessiz bir şarkısı. unutmamak, o şarkıyı sürekli hafızamda çalmak, beynimde yeniden o notaları bir araya getirmek. eskisi gibi aşık değilim bunu biliyorum ama bir zamanlar aşıktım sana, bunun da bir önemi olmalı benim için.
belki de en doğru olanı, geçmişin narin dokunuşunu yürekte saklamak; hatırlamanın değerini bilerek, o anılara dokunmadan geçip gitmekte gizli. artık ne o unutulmaz anılara geri dönmeyi ne de onları yeniden alevlendirmeyi istiyorum. çünkü bazen, en derin sevgi, vedanın ardından gelen özgürlüğün, hatıraların zarif mesafesini saygıyla korumakta saklı.
recently voted (41) - page 2
-
özlemek ama tekrar eskiye dönmeyi de istememek
-
muhsin yazıcıoğlu
muhsin yazıcıoğlu, türkiye'nin siyasi tarihine milliyetçi-muhafazakar çizgide bir figür olarak geçti. ancak onu ve içinde bulunduğu hareketi sadece yerel dinamikler üzerinden değerlendirmek, önemli bir eksiklik olur.
1970'lerde türkiye'deki sağ ve sol çatışmaları, yalnızca iç dinamiklerin değil, uluslararası güçlerin de müdahil olduğu bir sürecin parçasıydı. ülkücü hareketin devlet içindeki konumlanışı ve amerika birleşik devletleri ile bağlantıları göz ardı edildiğinde, bu dönemde yaşanan şiddet ve siyasi cinayetler eksik bir bağlamda ele alınmış olur.
soğuk savaş döneminde abd'nin küresel stratejisi, komünizmin yayılmasını engellemek üzerine kuruluydu. bu çerçevede, abd istihbarat teşkilatı cia, pek çok ülkede anti-komünist paramiliter grupların örgütlenmesine destek verdi. nato bünyesinde oluşturulan ve türkiye'de "kontrgerilla" olarak bilinen gladio yapılanması, bu sürecin en somut örneklerinden biriydi.
türkiye'de 1960'lardan itibaren sol hareketin güçlenmesi, özellikle öğrenci ve işçi hareketlerinin radikalleşmesi, abd destekli bir anti-komünist karşı-hareketin inşa edilmesini kaçınılmaz hale getirdi.
ülkücü hareket, bu sürecin en önemli aygıtlarından biri haline geldi. milliyetçi cephe hükümetleri döneminde, ülkü ocakları'nın devlet desteğiyle silahlandırıldığı, eğitim kampları kurulduğu ve bu yapıların doğrudan derin devlet unsurlarıyla ilişkilendirildiği artık bir sır değildir. 12 eylül 1980 darbesi sonrası ortaya çıkan belgeler ve itiraflar, ülkücü kadroların mit, cia ve kontrgerilla ile bağlantılarını açıkça ortaya koymaktadır. bu süreçte yazıcıoğlu, ülkücü gençlik derneği ve ülkü ocakları içinde aktif bir lider olarak yer aldı.
ülkücü hareket'in sokak çatışmalarındaki rolü, sadece ideolojik bir çekişmenin parçası değil, aynı zamanda devletin ve küresel güçlerin yönlendirdiği bir operasyonun parçasıydı.
bu dönemde yüzlerce sosyalist, akademisyen, sendikacı ve öğrenci öldürüldü, sendikalar ve sol örgütler silahlı saldırılarla bastırıldı. maraş ve çorum gibi katliamlar, sadece milliyetçi reflekslerin sonucu değil, sistematik bir anti-komünist temizliğin parçası olarak işledi.
yazıcıoğlu, bu hareketin en kritik liderlerinden biri olarak, dönemin en kanlı olaylarında ideolojik ve örgütsel sorumluluğa sahip isimlerden biri oldu.
1980 darbesi, hem sol hem sağ örgütlenmeleri hedef aldı. ancak burada kritik fark, sağ grupların devletle olan organik ilişkileri nedeniyle, kısa sürede yeni bir düzen içinde yeniden konumlanabilmeleriydi.
abd destekli darbe, türkiye'de neoliberal ekonomik dönüşümün önünü açarken, ülkücü hareketin eski kadroları bir süre sonra yeni milliyetçi-islamcı eksende siyasete döndüler.
muhsin yazıcıoğlu, 1980 sonrası hapishanede geçirdiği yılların ardından, mhp içindeki çizginin değişmesiyle birlikte 1992'de büyük birlik partisi'ni (bbp) kurdu. bbp, klasik ülkücü ideolojiyi daha radikal bir islamcı söylemle birleştirerek, milliyetçiliği türk-islam sentezi çerçevesinde yeniden tanımladı. ancak burada dikkat çeken nokta, yazıcıoğlu'nun geçmişteki şiddet mirasını sorgulamak yerine, ülkücü hareket'in "kullanıldığı" anlatısını güçlendirmesiydi.
bu süreçte abd ve cia'nın türkiye'deki milliyetçi-islamcı hareketleri nasıl desteklediği unutulmamalıdır.
1990'lardan itibaren, abd'nin sovyet sonrası dünyada yeni düşman olarak "radikal islam"ı tanımlaması, milliyetçi-islamcı hareketlerin politik alanını değiştirdi. bbp gibi yapılar, bir yandan devletle kontrollü bir ilişki sürdürürken, diğer yandan afganistan ve çeçenistan gibi bölgelerdeki cihatçı gruplarla organik bağlar geliştirdi.
muhsin yazıcıoğlu'nun 2009'daki helikopter kazası, türkiye'de siyaset ve güvenlik bürokrasisi içindeki çatışmaların gölgesinde kaldı. kazayla ilgili birçok soru işareti gündeme gelse de, burada esas dikkat çekici nokta, yazıcıoğlu'nun devlet içindeki dengelerle nasıl bir ilişki içinde olduğu meselesidir.
ölümünden kısa bir süre önce, devletin içindeki bazı kliklere dair eleştiriler getirmesi, ergenekon ve derin devlet yapılanmalarıyla ilgili çıkışlar yapması, onun sistem içindeki konumunu kırılgan hale getirdi. ancak bbp ve benzeri hareketlerin geçmişte cia bağlantılı yapılarla olan ilişkileri düşünüldüğünde, yazıcıoğlu'nun politik pozisyonunun, sistem içi hesaplaşmaların bir parçası haline geldiği de söylenebilir.
sonuç olarak, muhsin yazıcıoğlu'nun siyasi hayatı, türkiye'de milliyetçiliğin nasıl paramiliter bir araç olarak kullanıldığını, abd ve cia'nın türkiye'de sağ hareketleri nasıl yönlendirdiğini ve bu yapıların sistem içinde nasıl yeniden şekillendiğini anlamak açısından önemli bir örnektir. onun şahsi duruşu ve samimiyeti bir yana, temsil ettiği hareketin politik işlevi, türkiye'deki sınıf mücadelesini bastırmak, devlete muhalif kesimleri sindirmek ve abd eksenli güvenlik stratejilerine hizmet etmek olmuştur. -
saudade
portekizce, kaybolan, uzaklaşan ya da artık erişilemeyen bir şeye duyulan derin özlemi, aynı zamanda o eksikliğin getirdiği hüzünlü kabullenme. saudade, özlemin yanında, o geçmişin veya kaybolan şeyin geri getirilemeyeceğini bilmenin getirdiği melankoliyi de içerir.
-
evde limon çekirdeği ekip limon almayı beklemek
evvel zaman içinde mutfakta limon sıktıktan sonra elimde kalan çekirdeklere bakıp, bunlar çöpe gitmemeli, doğaya kazandırılmalı, dedim. o anın coşkusuyla kendimi bir tarım devrimi başlatıyormuş gibi hissettim. gözümde canlanan sahne şuydu: balkonda mis gibi limon kokan bir ağaç, dallarında koca koca sarı limonlar, gelen misafirlere, bahçeden yeni topladım, diye artistlik yapmalar
ilk iş olarak internetten, limon çekirdeğinden limon ağacı nasıl yetiştirilir? diye araştırmalara başladım. meğer olay sandığımdan da basitmiş. çekirdekleri suda beklet, toprağa ek, sulamayı unutma, sonra gelsin limonlar. heyecanla işe koyuldum.
çekirdekleri özenle yıkadım, saksıya tek tek yerleştirdim, üzerlerine nazikçe toprak serptim. sonra da gözlerimi diktim, büyümelerini bekledim. tam 30 saniye boyunca. ama bir hareket yoktu. biraz işkillendim ama sabırlı bir insan olarak bilinirim, bi iki saat beklerim dedim.
günler geçti. her sabah gözlerimi açar açmaz saksıya koştum. bugün limon ağacı fışkırmış olabilir, diye ümitlendim. ama toprak hala dümdüz. içimden, acaba geceleri mi büyüyor? diye düşündüm ve bir gece saksının başında nöbet tuttum. sonuç: sıfır gelişme, bolca uykusuzluk.
bir hafta sonra minicik bir filiz çıktı. sevinçten neredeyse ona isim koyuyordum. olası isimler: limoncan, sarı, vitamin bey. artık sabahları ona günaydın diyerek suluyor, büyümesi için klasik müzik açıyordum. birkaç ay içinde saksıda minik bir bitkim vardı.
dedim, tarım devrimini başlattığıma göre bilimsel devrim aşamasına geçebilirim, sonra ver elini sanayi devrimi. bilimsel devrimi tarım üzerinden yapmak için limonlarla ilgili araştırmaya başladım, neyse ki internet benden önce bulunmuştu. botanik biliminde çığır açacak çalışmalarım hazin şekilde çekirdekten yetişen limon ağaçlarının limon vermeyeceğini, vereceği tutsa bile 10 seneden önce beklememek gerektiği aydınlanmasıyla sonuçlandı.
demek bizim proje, emeklilik projesi oldu. aya sert insem daha kısa sürede sonuç alırım, dedim kendi kendime. acaba koka ocaklarına girip hava savunma sistemi mi üretsem dedim bir an sonra kurşuna alerjim olduğunu hatırlayıp vazgeçtim. öksürük yapıyor üstünüze afiyet.
"bir markete gidip limon almak 10 saniye, çekirdekten yetiştirip meyve almak 10 yıl. kim kazandı? kapitalizm." kahrolsun kapitalizm, dedim sonra, içime doğru dedim, nolur noolmaz takarlar bileziği, zaten bu limon da anarşik gibi görünüyor artık gözüme. -
ip sözlük sorularınızı yanıtlıyor
değerli yazar lalatte'nin sorusu: profilimizdeki üstteki rakamlar entry sayısı ve yanındakiler neyi ifade ediyor?
-
kimse beni anlamıyor
ergen çığlığı.
-
felsefe gibi
gibi dizisindeki derin felsefe, türk insanının felsefede ulaşabileceği şahikayı temsil eder.
"el vardır, ele olur el.
bel vardır, bele olur bel.
dil vardır, dile olur dil.
göl vardır, göle olur göl.
döl vardır, döle olur döl."
https://x.com/...¤tTweetUser=gibidizisi
yukardaki dizeler, varlık ve oluş arasındaki ilişkiyi felsefi bir bakış açısıyla ele alıyor. burada özellikle ontolojik dönüşüm, ilişkisel varlık anlayışı ve dilin şekillendirici gücü ön plana çıkıyor.
1. varoluş ve bağlam (ontolojik dönüşüm)
bir şeyin kendi başına var olması ile bir bağlama oturduğunda aldığı yeni anlam arasındaki fark vurgulanıyor.
örneğin, "el" tek başına bir uzuvdur, ama "ele olmak", bir eylemle veya bir bağlamla birleştiğinde ona yeni bir anlam kazandırır.
"dil" tek başına bir organ olabilir, ama "dile olmak" onun konuşma ve iletişim aracı haline gelmesi anlamına gelir.
bu, varlıkların sadece fiziksel varoluşlarının değil, işlevsel ve bağlamsal anlamlarının da önemli olduğunu gösterir.
2. ilişkisel ontoloji (bağlamın anlamı değiştirmesi)
hiçbir şey tek başına, mutlak bir varlık değildir; her şey bir ilişki içinde anlam kazanır.
"bel", insan vücudunun bir parçasıdır ama "bele olmak" ifadesi, o belin bir şekle bürünmesini, bir bağlamda anlam kazanmasını ifade eder.
bu durum, ilişkisel varlık anlayışını (relational ontology) destekler. bir varlık, tek başına değil, çevresi ve kullanımıyla birlikte anlam kazanır.
3. dilin inşacı gücü (dil ve gerçeklik ilişkisi)
dil, dünyayı sadece tanımlayan bir araç değil, aynı zamanda onu şekillendiren bir unsurdur.
"döl" biyolojik bir kavramdır, ama "döle olmak" kavramı, onun çoğalma ve neslin devamı bağlamında anlam kazandığını gösterir.
burada dilin sadece isimlendiren değil, gerçekliği kuran ve ona yön veren bir unsur olduğu fikri öne çıkar.
sonuç:
bu dizeler, varlıkların mutlak olmadığını, bağlam içinde anlam kazandığını ve dilin dünyayı şekillendirdiğini anlatır. varlık ile işlev, anlam ile bağlam arasındaki ilişkinin dinamik ve dönüşümsel olduğunu vurgular. bu düşünce, hem ontoloji (varlık felsefesi) hem de dil felsefesi açısından güçlü bir içeriğe sahiptir. -
tüketmenin doyumsuzluğu
(see: tüketim toplumu)
-
sözlüğe hayatta öğrendiğin bir şey bırak
yaşamın tüm sorularının yegane nihai doğru cevabı, şefkattir.
-
yolcu
yolcu, yolda olmanın farkında olan, her adımda anlam arayan ve içsel bir evrimi gerçekleştiren kişidir. yolcu, varış noktasına odaklanmak yerine, yürüyüşün ve sürecin kendisine odaklanan, içsel bir bilince sahip olan bir varlıktır.
-
yolculuk
yolculuk, sadece bir başlangıçtan bir varış noktasına gitmek değil, her adımda kendini yeniden keşfetmektir. yolu yaratan yolculuğun kendisidir. yolculuk, dışsal bir hareketten çok, içsel bir bilinç haline gelir; adımlar, fiziksel değil, ruhsal bir ilerlemeyi simgeler. her adımda yolcu, hem gidilen yolu hem de gidiş şekliyle kendini şekillendirir. yolculuk, varış noktasından bağımsız olarak, yürüyüşün kendisinde anlam bulan bir süreçtir. hem bir arayış hem de bir kabul sürecidir bu. yolcu her adımda hem ilerler hem de durur, çünkü yolculuğun asıl amacı, sonunda varılacak yer değil, bu yolda öğrenilen ve yaşananlardır. yolu da yolcuyu da var eden ve dönüştüren yolculuktur.
-
yoldaş
yoldaş, yolculuğun yalnızca bir ortağı değil, aynı zamanda yolculuğun anlamını birlikte inşa edendir. yolcu yalnızca kendi adımlarını değil, yoldaşının adımlarını da hisseder; her patika, her dönüş, birlikte yaşanan bir deneyimin parçasıdır. yoldaş, yalnızca bir eşlikçi değil, bir aynadır. yolculuk, yolcu ve yoldaşı arasında içsel bir bağ kurar, adımları ahenk ve anlayışla atılır. birlikte yürümek; paylaşmak, birlikte öğrenmek ve yeni yollar inşa etmektir.
-
şefkat
şefkat, insanın başka bir canlıya yönelik içten ve derin anlayış, duyarlılık, acıma ve merhamet hissetmesidir.
başkalarının acısını fark etmek, empati geliştirmek ve elden geliyorsa acıyı hafifletmek için harekete geçmeyi kapsar.
şefkat, duygusal tepki olmanın ötesinde, yaşamın acımasızlığına ve acılarına karşı bilinçli bir tutum ve eyleme dönüşme potansiyelini barındıran ahlaki bir duruştur.
edit: harf hatası düzeltildi. -
engellenmiş listesi
kişinin kendisi açısından temiz bir sözlük yaratma çabasının sonucudur. bir nevi kafayı kuma sokmaktır.
varan bir: 23cm keser sapi - sebep: tiksinti. -
aldatmak
aldatmak, sadece bir eylem değil, bir karakter meselesidir.
insan, verdiği sözün arkasında durabildiği ölçüde güvenilir ve değerlidir. sadakat, yalnızca birine ihanet etmemek değil, kendi ahlaki tutarlılığını da korumaktır.
aldatmak iki tarafı keskin bir bıçaktır. aldatan kişi, başkasını kandırdığını sansa da aslında en büyük zararı kendine verir; çünkü güvenin yıkıldığı yerde, ilişkilerin anlamı kalmaz. bir bağ kurmak emek ister, ama onu yıkmak için tek bir an yeter.
gerçekten seven, kaçamak bahaneler yerine, karşısındaki insana ve kendisine dürüst olmayı seçer.
bir insanın en önemli ilişkisi kendisi ile olan ilişkisidir. hiç kimse kendisini veya bir başkasını aldatan bir insanla ilişki kurmak istemez ve bunda da haklıdır.
aldatan kişi herkesi kandırabilir hatta aldattığını bile ama kendisini kandıramaz. kendisiyle olan ilişkisini böylesine zehirleyen bir insana daha fazla bir ceza vermeye gerek bile yoktur.