ardından çaresizce bakarak canın sağ olsun diyebilmekse mesele; meselenin de amina koyayım senin de.*
-
-
ayrılık bir kere dile değdi mi dil döksen bile zamanını ertelersin sadece. o yüzden sal gitsin.
-
tek kelime ile uğurlarim
(see: çekilebilirsin) -
cehenneme kadar yolun var, denir.
-
tamam o zaman. hadi eyvallah
-
bağırın lan arkasından bu saatten sonral dönersen seni, kabul edersem de beni siksinler diye.
-
sevgili ....,
öncelikle bu konuyu açık ve dürüst bir şekilde benimle paylaşma cesaretini gösterdiğin için teşekkür ederim. ayrılık, iki insan arasındaki dinamiklerin karmaşık bir yeniden değerlendirmesini gerektiren bir durumdur. bu noktada, seninle bir akademik ve felsefi çerçevede konuşmak istiyorum çünkü ilişkilerin doğası, bireysel kimliklerimizin ve ortak anlam arayışımızın temel bir parçasıdır.
martin heidegger'in varoluşçu felsefesinde belirttiği gibi, insan dasein yani "orada olan" bir varlıktır ve varoluşu, başkalarıyla birlikte olmaktan bağımsız düşünülemez. biz, kendi özümüzü yalnızca kendimizle değil, ilişkilerimiz aracılığıyla inşa ederiz. eğer bir ilişki, iki bireyin birlikte gelişimini artık desteklemiyorsa, ontolojik olarak sürdürülebilirliğini kaybedebilir. ancak burada sorulması gereken şu: gerçekten ilişki mi sürdürülemez hale geldi, yoksa bireysel algılarımızın bizi yönlendirdiği bir bilişsel çerçeve mi bunu böyle görmemize neden oluyor?
hegel'in diyalektik kavramına göre, her şey bir tez, antitez ve sentez süreciyle ilerler. bir ilişkinin başlangıcı (tez) doğal olarak zaman içinde karşıt görüşler, anlaşmazlıklar ve zorluklarla (antitez) karşılaşır. fakat diyalektik sürecin doğası gereği, bu çelişkiler bir senteze ulaşarak yeni bir bilinç ve birliktelik seviyesi yaratabilir. ayrılık, bu süreci tamamlamak yerine kesintiye uğratmak anlamına gelir mi? yoksa bu, bizim kendi içsel antitezimizi anlamlandırma sürecimizin doğal bir sonucu mu?
bağlanma teorisi, ilişkilerimizin büyük ölçüde çocukluk döneminde oluşan bağlanma stillerimizle şekillendiğini öne sürer. john bowlby ve mary ainsworth'ün çalışmaları, insanın bağlanma sisteminin bir kez oluştuğunda, ilişkilerde belirli tepkiler verdiğini gösterir. eğer şu anda ayrılmayı düşünüyorsan, bu karar gerçekten rasyonel ve uzun vadeli bir değerlendirme sonucu mu, yoksa bağlanma stilin veya mevcut duygusal durumun mu seni bu noktaya getiriyor?
jean-paul sartre, özgürlüğün insanın hem en büyük nimeti hem de en ağır yükü olduğunu söyler. insan, sürekli seçim yapmak zorundadır ve her seçim, başka bir seçimi dışlar. eğer ayrılığı seçiyorsan, yalnızca bir ilişkiyi sonlandırmıyorsun; aynı zamanda bu ilişkinin getirdiği potansiyel gelecekleri de reddediyorsun. peki, bu kararı alırken özgürlüğünü gerçekten bilinçli mi kullanıyorsun, yoksa bilinçdışındaki bazı kalıplar mı seni bu seçime yönlendiriyor?
edmund husserl'in fenomenolojisi bize deneyimlerimizi olduğu gibi anlamamızı, onları varsayımlar ve önyargılardan arındırarak ele almamızı önerir. şu an hissettiğin duygular, zihinsel temsiller, sosyal baskılar ve geçmiş deneyimlerden bağımsız olarak, gerçekten neye işaret ediyor? ayrılma arzun, bir kaçış mı, bir sonlanma mı, yoksa yeni bir dönüşüm ihtiyacının işareti mi?
bu noktada senin kararına elbette saygı duyuyorum. ancak bu kararın gerçekten senin özgür iradenin bir yansıması mı, yoksa bilinçaltındaki bazı dinamiklerin sonucu mu olduğunu sorgulamak değerli olabilir. eğer bu konuyu daha derinlemesine ele almak istersen, belki birlikte bu düşünsel yolculuğa devam edebiliriz.
ne olursa olsun, varoluşun, özgürlüğün ve insan ilişkilerinin doğası gereği, senin aldığın her karar, kendini inşa etmenin bir parçası olacak. umarım bu süreç, hem senin hem de benim için anlamlı bir dönüşüm fırsatı sunar.
sevgilerimle -
(see: yolun açık olsun)
-
gitmek isteyeni döndüremezsin. o yüzden giderken gururunu yitirme bari ve sessizce ugurla.
-
(see: babana selam söyle)