baş parmak piyanosudur. baş parmaklarının tırnak ucuyla çalınır. parmağınıza güveniyorsanız direkt tırnaksız da deneyin diyeceğim de baş parmağınız işlevsiz hale gelebilir, o sebeple tırnaklarla çalmak mühim.
psikolojik rahatsızlıkları olan hastaları iyileştirmede de kullanılıyormuş. bazen işten eve yorgun geldiğimde çalardım, güzel oluyor, hoş bir tınısı var.
entries (347) - page 3
-
kalimba
-
güne bir şiir bırak
nazım hikmet'in mükemmel eseri yaşamaya dair'in 3. kısmından
"bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için... " -
hayat hakkında yapılmış muhteşem tespitler
hayat neticede bir insan değil, belli kuralları yok, kural gibi şeyler ancak hayattaki kişi ve durumlara karşı uygulanabilir.
-
özlemek
yokluk halinin etkisi ile ortaya çıkar, önceden varolan bir şeye dair oluşur. yanındayken pek özleyemezsin mesela, her ne kadar bazı insanlar sevdiklerine karşı "seni yanımdayken bile özlüyorum." dese de, bunun bir abartı olduğunu düşünüyor, buna inanıyorum.
-
beşiktaş
bu akşam oynanan gaziantep maçında, özellikle de skor 1-1 iken gerekli gereksiz şekilde uzaktan şut denemeler gerçekten yordu. nazar diyelim geçelim, hak edilmeyen bir mağlubiyetti bana göre, çünkü beşiktaş tamamıyla kötü oynadı diyemem. rafa silva oldukça iyiydi, immobile diğer maçlara göre gayet iyiydi. yeni transfer aroyyo muhtemelen bir alışma sürecinde, daha iyi olacağına inanıyorum. kötü oynayan var mıydı, 1-1'den sonra masuaku ve muçi'yi çok beğenemedim. çok da uzatmak istemiyorum. başta da dediğim gibi bu mağlubiyetle nazar çıksın diyelim hayırlısıyla.
-
pozitif ayrımcılık
kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanıyorum, bu düşüncedeyim, en olmadı varsayım diyelim. kanıtlanabilir bir şey mi emin değilim neticede.
durum böyleyken, pozitif ayrımcılık kavramı, özellikle iş yerinde pozitif ayrımcılık kavramı bana oldukça zor geliyor, mağdur edebiyatı yapmak gibi düşünülmesin ancak, örneğin (see: türkiye'de çalışma şartlarının çok kötü olması) başlığındaki entryde de belirttim.
ülke olarak zaten çok iyi koşullarda çalışmıyoruz, her bir yerden mobbing durumu. bir de pozitif ayrımcılık adı altında "eşit olduğumuza inandığım" kadınlara, yapılmasını asla doğru bulmadığım "pozitif ayrımcılık" uygulanınca iş yerindeki erkek daha bir mağdur durumda oluyor. mobbing sebebiyle intihar edenlerin cinsiyetine göre bir istatistiğe bakmadım. ama mağdur olup bunu en çok içine atan olarak erkektir diye düşünüyorum. içine atma sonucu da çareyi intiharda buluyor insanlar.
çalışma koşulları iyileştirilmemişken, daha bir de aynı pozisyonda olduğun sırf cinsiyeti farklı olan bir insana pozitif ayrımcılık adı altında düpedüz "ayrımcılık" uygulanınca gerçekten çalışmak halinin pek bir tadı kalmıyor.
eşit isek, gerçekten eşit imkanlarda olmalıyız. iş yerinde ayrımcılık uygulanacak ise illa ki, bu çalışan ile çalışmayana karşı olmalı, cinsiyetine bakılmaksızın. -
türkiye'de çalışma şartlarının çok kötü olması
çoğu yerde mobbing var. çoğu yerdeki amirler, yönetici pozisyonundaki kişi ve kişiler de mobbing konusu açılır açılmaz yüzlerini ekşitiyor. sanki mobbing yapmıyorlarmış gibi. mobbing dendiğinde de bu mobbing değil diyorlar. ülkenin en mobbing olmaz diye düşündüğünüz yerlerinde dahi oluyor, maalesef insanlar ses çıkarmadıkça, normal görüldükçe de bu daha da artıyor.
mobbinge karşı kendi iş arkadaşlarından da destek bulamayan bazı kişi ve kişiler de çözümü intiharda buluyor.
umarım günü gelir de bu sistem düzelir, ses yükseltenler her sektörde fazlalaşır. -
mesaja ses kaydıyla cevap verme terörü
açıkçası evdeysem, uzanıyorken ses kaydı atmak daha bir kolay geliyor, yazmaya üşendiğim anlar oluyor. ama öncesinde genelde, "ses atsam dinleyebilir misin" derim.
-
türk eğitim sisteminin en büyük sorunu
ilkokuldan bu yana ingilizce öğretilmesine rağmen halen birçoğumuzun ingilizce bilmiyor oluşu.
zannediliyor ki yani, ilkokuldan biz bu dil eğitimini verince herkes ingilizce konuşacak. halbuki doğru şekilde öğretilse, değil birkaç yıllık eğitim, yarım dönemde dahi öğrenilebilir bir şey. bir de herkese ingilizce öğretme çabasını da anlamış değilim. herkes ingilizce bilmek zorunda da değil. okullarda belli bir yaştan sonra öğrenciye seçme hakkı var. din dersleri de dahil, dini de isteyen öğrensin, dili de isteyen öğrensin. sayısal ve sözel dersler için de aynısı geçerli. temel eğitimleri öğretirsin anlarım. ama işin detayını yalnızca öğrenmek isteyene öğretirsin, olay bu kadar basit. -
cahillerin anlamını bilmeden kullandığı kelimeler
müteselsil
-
kadın cinayetlerini önlemenin yolu
pozitif ayrımcılığı ortadan kaldırmak.
-
uyu hadi bugün işe gelme diye mesaj atan patron
bir kez dahi yaşamadığım, muhtemelen de yaşayamayacağım durumdur.
-
kadınların uzun boylu erkek takıntısı
genel olarak böyle bir takıntı var evet, ama bana göre erkeklerde de, çok güzel kadın olsun algısı var. sabah-akşam en azından kendisinin yanında güzel olsun, güzel giyinsin.
her iki tarafın da bir şekilde beklentileri var işte. çok da aldırış etmemek lazım. onlar da uzun boy seviyor demek ki. -
pazartesi sabahı gülümsemek için bir neden
eğer ki çalışıyorsanız, sizi mutlu eden bir iş ortamı demek isterdim, ama ne yalan söyleyeyim iş hayatında 8. yıla doğru gidiyorum yavaş yavaş ve benim asıl derdim sabah erken kalkmayı sevmemekle ilgili.
yani gayet güzel iş ortamında çalıştığım da oldu, kısa süre olsa da. onda dahi sabah erken kalkmayı sevmiyordum, kendimi kandırmaya hiç gerek yok o yüzden. ben mümkün oldukça gerçeklerle yaşamayı seven biriyim, böyle olunca hayat kırıcı olmaktan çok "işini yapıyor" gibi görünüyor. -
krediyle ev alıp 10 sene borç ödemek
açıkçası pek doğru bulmuyorum, yani kredi ile yahut kredi kartı ile her ne alınırsa alınsın, çok cüzi bir miktar ise neyse ama, kredi kartıyla pahalı telefonlar almak, yahut kredi kartıyla tatile gitmek veya normal şartlarda ev alınamadığı için kredi çekmenin normalleştirilmesini anlamıyorum. yani ev için 10 yıl yahut 20 yıl sürekli borç ödüyorsun, ne bileyim ya böyle pek bana göre iş değil.
ha olaya şöyle bakanlar var, kira vereceğime en azından kendi evimin borcunu öderim diyenler var, yani o da bir bakış açısı elbette, mantıksız diyemiyorum o yönden bakınca.
fakat yine de benlik iş değil, ev alabileceğim bir birikimim var ise alırım, yok ise kira öderim. ha diyelim evi beğenmedim, tayin durumu oldu vs başka eve de geçebilirim.
bir de ev noktasında özellikle 6 şubat depremi sonrası nasıl desem pek içime sinmiyor ya. ha müstakil olur, apartman dairesi harici olur düşünülür satın almak için, ama onun dışında imkan olsa dahi apartman dairesi olmasını istemem. deprem sonrası korkudan arabada yattığım günleri unutamıyorum.