muhsin yazıcıoğlu, türkiye'nin siyasi tarihine milliyetçi-muhafazakar çizgide bir figür olarak geçti. ancak onu ve içinde bulunduğu hareketi sadece yerel dinamikler üzerinden değerlendirmek, önemli bir eksiklik olur.
1970'lerde türkiye'deki sağ ve sol çatışmaları, yalnızca iç dinamiklerin değil, uluslararası güçlerin de müdahil olduğu bir sürecin parçasıydı. ülkücü hareketin devlet içindeki konumlanışı ve amerika birleşik devletleri ile bağlantıları göz ardı edildiğinde, bu dönemde yaşanan şiddet ve siyasi cinayetler eksik bir bağlamda ele alınmış olur.
soğuk savaş döneminde abd'nin küresel stratejisi, komünizmin yayılmasını engellemek üzerine kuruluydu. bu çerçevede, abd istihbarat teşkilatı cia, pek çok ülkede anti-komünist paramiliter grupların örgütlenmesine destek verdi. nato bünyesinde oluşturulan ve türkiye'de "kontrgerilla" olarak bilinen gladio yapılanması, bu sürecin en somut örneklerinden biriydi.
türkiye'de 1960'lardan itibaren sol hareketin güçlenmesi, özellikle öğrenci ve işçi hareketlerinin radikalleşmesi, abd destekli bir anti-komünist karşı-hareketin inşa edilmesini kaçınılmaz hale getirdi.
ülkücü hareket, bu sürecin en önemli aygıtlarından biri haline geldi. milliyetçi cephe hükümetleri döneminde, ülkü ocakları'nın devlet desteğiyle silahlandırıldığı, eğitim kampları kurulduğu ve bu yapıların doğrudan derin devlet unsurlarıyla ilişkilendirildiği artık bir sır değildir. 12 eylül 1980 darbesi sonrası ortaya çıkan belgeler ve itiraflar, ülkücü kadroların mit, cia ve kontrgerilla ile bağlantılarını açıkça ortaya koymaktadır. bu süreçte yazıcıoğlu, ülkücü gençlik derneği ve ülkü ocakları içinde aktif bir lider olarak yer aldı.
ülkücü hareket'in sokak çatışmalarındaki rolü, sadece ideolojik bir çekişmenin parçası değil, aynı zamanda devletin ve küresel güçlerin yönlendirdiği bir operasyonun parçasıydı.
bu dönemde yüzlerce sosyalist, akademisyen, sendikacı ve öğrenci öldürüldü, sendikalar ve sol örgütler silahlı saldırılarla bastırıldı. maraş ve çorum gibi katliamlar, sadece milliyetçi reflekslerin sonucu değil, sistematik bir anti-komünist temizliğin parçası olarak işledi.
yazıcıoğlu, bu hareketin en kritik liderlerinden biri olarak, dönemin en kanlı olaylarında ideolojik ve örgütsel sorumluluğa sahip isimlerden biri oldu.
1980 darbesi, hem sol hem sağ örgütlenmeleri hedef aldı. ancak burada kritik fark, sağ grupların devletle olan organik ilişkileri nedeniyle, kısa sürede yeni bir düzen içinde yeniden konumlanabilmeleriydi.
abd destekli darbe, türkiye'de neoliberal ekonomik dönüşümün önünü açarken, ülkücü hareketin eski kadroları bir süre sonra yeni milliyetçi-islamcı eksende siyasete döndüler.
muhsin yazıcıoğlu, 1980 sonrası hapishanede geçirdiği yılların ardından, mhp içindeki çizginin değişmesiyle birlikte 1992'de büyük birlik partisi'ni (bbp) kurdu. bbp, klasik ülkücü ideolojiyi daha radikal bir islamcı söylemle birleştirerek, milliyetçiliği türk-islam sentezi çerçevesinde yeniden tanımladı. ancak burada dikkat çeken nokta, yazıcıoğlu'nun geçmişteki şiddet mirasını sorgulamak yerine, ülkücü hareket'in "kullanıldığı" anlatısını güçlendirmesiydi.
bu süreçte abd ve cia'nın türkiye'deki milliyetçi-islamcı hareketleri nasıl desteklediği unutulmamalıdır.
1990'lardan itibaren, abd'nin sovyet sonrası dünyada yeni düşman olarak "radikal islam"ı tanımlaması, milliyetçi-islamcı hareketlerin politik alanını değiştirdi. bbp gibi yapılar, bir yandan devletle kontrollü bir ilişki sürdürürken, diğer yandan afganistan ve çeçenistan gibi bölgelerdeki cihatçı gruplarla organik bağlar geliştirdi.
muhsin yazıcıoğlu'nun 2009'daki helikopter kazası, türkiye'de siyaset ve güvenlik bürokrasisi içindeki çatışmaların gölgesinde kaldı. kazayla ilgili birçok soru işareti gündeme gelse de, burada esas dikkat çekici nokta, yazıcıoğlu'nun devlet içindeki dengelerle nasıl bir ilişki içinde olduğu meselesidir.
ölümünden kısa bir süre önce, devletin içindeki bazı kliklere dair eleştiriler getirmesi, ergenekon ve derin devlet yapılanmalarıyla ilgili çıkışlar yapması, onun sistem içindeki konumunu kırılgan hale getirdi. ancak bbp ve benzeri hareketlerin geçmişte cia bağlantılı yapılarla olan ilişkileri düşünüldüğünde, yazıcıoğlu'nun politik pozisyonunun, sistem içi hesaplaşmaların bir parçası haline geldiği de söylenebilir.
sonuç olarak, muhsin yazıcıoğlu'nun siyasi hayatı, türkiye'de milliyetçiliğin nasıl paramiliter bir araç olarak kullanıldığını, abd ve cia'nın türkiye'de sağ hareketleri nasıl yönlendirdiğini ve bu yapıların sistem içinde nasıl yeniden şekillendiğini anlamak açısından önemli bir örnektir. onun şahsi duruşu ve samimiyeti bir yana, temsil ettiği hareketin politik işlevi, türkiye'deki sınıf mücadelesini bastırmak, devlete muhalif kesimleri sindirmek ve abd eksenli güvenlik stratejilerine hizmet etmek olmuştur.
entries (111) - page 5
-
muhsin yazıcıoğlu
-
saudade
portekizce, kaybolan, uzaklaşan ya da artık erişilemeyen bir şeye duyulan derin özlemi, aynı zamanda o eksikliğin getirdiği hüzünlü kabullenme. saudade, özlemin yanında, o geçmişin veya kaybolan şeyin geri getirilemeyeceğini bilmenin getirdiği melankoliyi de içerir.
-
özlemek ama tekrar eskiye dönmeyi de istememek
bazen kalbim, geçmişin izleriyle dolu bir sergide gezinir gibi. o günler, bütün o sözler, o anılar... her biri özenle işlenmiş, silinmeyen bir nakış misali ruhumun en derin kıvrımlarında. yine de ne kadar özlesem de bu yeniden bir araya gelmeyi arzuladığım bir davet değil, sadece sigara dumanı gibi boğucu ama elle tutulamaz. çünkü ayrılığın kesin çizgileri çizilmiş, eller birbirini bırakmış, artık kendi yolumuzda yürüyen, birbirinden kopmuş geçmişimizin gölgesi olmuşuz.
unutmamak, aslında aşkın ve hayatın bir lütfu belki de; her hatıra, geçip giden zamanın ardında bıraktığı eşi olmayan bir iz. gerçekten yaşadığımın bir kanıtı-benimle birlikte ölecek olsa da. gözlerimi kapattığımda, birlikte gülüp ağladığımız, kalbimizin bir olduğu o anlar, sanki başka bir dünyanın kapısını aralayan melodiler... yine de bu anıları yeniden yaşamaya, onları tazeleyip, eski yaraları yeniden açmaya hiçbir arzum kalmamış. çünkü biliyorum ki, hatırlamanın kıymeti, onu yürekte nazikçe, kirletmeden saklamakta yatıyor; yeniden bir araya gelmek ise geçmişin ağır yükünü tekrar omuzlamak demek.
kendi hayatının rotasını çizerken, benim dünyamda artık bir anı, ulaşılması imkansız bir hatıra olarak kaldın. yokluğun, benim için hem bir sükunet hem de bir vedadır. geriye dönüp baktığımda, o eski günlerin aydınlığıyla, acı tatlı anıların izleri kalbimde solgun bir ışık gibi duruyor. eskisi gibi ısıtmayan, aydınlatmayan ama yine de orada duran bir ışık, her şeyin tümden karanlığa gömülmesini engelleyen bir ışık. ben bu ışığı geçmişin izlerini saygıyla saklamak üzere bırakıyorum; yeniden alevlendirmeye çalışmak, hem kendimi hem de o anıları incitmekten başka bir şey değil biliyorum.
belki de en derin ve gerçek aşk, geçmişte bırakılan izlerin, geleceğe dair umutla karışan sessiz bir şarkısı. unutmamak, o şarkıyı sürekli hafızamda çalmak, beynimde yeniden o notaları bir araya getirmek. eskisi gibi aşık değilim bunu biliyorum ama bir zamanlar aşıktım sana, bunun da bir önemi olmalı benim için.
belki de en doğru olanı, geçmişin narin dokunuşunu yürekte saklamak; hatırlamanın değerini bilerek, o anılara dokunmadan geçip gitmekte gizli. artık ne o unutulmaz anılara geri dönmeyi ne de onları yeniden alevlendirmeyi istiyorum. çünkü bazen, en derin sevgi, vedanın ardından gelen özgürlüğün, hatıraların zarif mesafesini saygıyla korumakta saklı. -
evde limon çekirdeği ekip limon almayı beklemek
evvel zaman içinde mutfakta limon sıktıktan sonra elimde kalan çekirdeklere bakıp, bunlar çöpe gitmemeli, doğaya kazandırılmalı, dedim. o anın coşkusuyla kendimi bir tarım devrimi başlatıyormuş gibi hissettim. gözümde canlanan sahne şuydu: balkonda mis gibi limon kokan bir ağaç, dallarında koca koca sarı limonlar, gelen misafirlere, bahçeden yeni topladım, diye artistlik yapmalar
ilk iş olarak internetten, limon çekirdeğinden limon ağacı nasıl yetiştirilir? diye araştırmalara başladım. meğer olay sandığımdan da basitmiş. çekirdekleri suda beklet, toprağa ek, sulamayı unutma, sonra gelsin limonlar. heyecanla işe koyuldum.
çekirdekleri özenle yıkadım, saksıya tek tek yerleştirdim, üzerlerine nazikçe toprak serptim. sonra da gözlerimi diktim, büyümelerini bekledim. tam 30 saniye boyunca. ama bir hareket yoktu. biraz işkillendim ama sabırlı bir insan olarak bilinirim, bi iki saat beklerim dedim.
günler geçti. her sabah gözlerimi açar açmaz saksıya koştum. bugün limon ağacı fışkırmış olabilir, diye ümitlendim. ama toprak hala dümdüz. içimden, acaba geceleri mi büyüyor? diye düşündüm ve bir gece saksının başında nöbet tuttum. sonuç: sıfır gelişme, bolca uykusuzluk.
bir hafta sonra minicik bir filiz çıktı. sevinçten neredeyse ona isim koyuyordum. olası isimler: limoncan, sarı, vitamin bey. artık sabahları ona günaydın diyerek suluyor, büyümesi için klasik müzik açıyordum. birkaç ay içinde saksıda minik bir bitkim vardı.
dedim, tarım devrimini başlattığıma göre bilimsel devrim aşamasına geçebilirim, sonra ver elini sanayi devrimi. bilimsel devrimi tarım üzerinden yapmak için limonlarla ilgili araştırmaya başladım, neyse ki internet benden önce bulunmuştu. botanik biliminde çığır açacak çalışmalarım hazin şekilde çekirdekten yetişen limon ağaçlarının limon vermeyeceğini, vereceği tutsa bile 10 seneden önce beklememek gerektiği aydınlanmasıyla sonuçlandı.
demek bizim proje, emeklilik projesi oldu. aya sert insem daha kısa sürede sonuç alırım, dedim kendi kendime. acaba koka ocaklarına girip hava savunma sistemi mi üretsem dedim bir an sonra kurşuna alerjim olduğunu hatırlayıp vazgeçtim. öksürük yapıyor üstünüze afiyet.
"bir markete gidip limon almak 10 saniye, çekirdekten yetiştirip meyve almak 10 yıl. kim kazandı? kapitalizm." kahrolsun kapitalizm, dedim sonra, içime doğru dedim, nolur noolmaz takarlar bileziği, zaten bu limon da anarşik gibi görünüyor artık gözüme. -
geceye bir albüm bırak
-
yazarların ip sözlük'te yazma amacı
(see: aşk acısını unutmak)
-
ip sözlük sorularınızı yanıtlıyor
değerli yazar lalatte'nin sorusu: profilimizdeki üstteki rakamlar entry sayısı ve yanındakiler neyi ifade ediyor?
-
gösteriş tüketimi
amerikalı sosyolog thorstein veblen'in kavramsallaştırması.
özü: kişiler toplumsal statülerini göstermek için, ihtiyaçlarından fazlasını tüketirler. -
terk eden sevgiliyi hala sevdiğini hissetmek
demlikteki çay üzerine su koymadan saatler boyu, dibinde su kalmayıncaya kadar, çaydanlığı kaynatmak gibi; sonuçta ne çay var, ne su, ne de tüp.
-
kimse beni anlamıyor
ergen çığlığı.
-
anlaşılmaz olma çabası
aşağılık kompleksinin dışa vurumu bir ergenlik hastalığı.
(see: kimse beni anlamıyor)
(see: kimse beni anlamazsa çok akıllı görünürüm sanmak) -
mobbing
iş yerinde psikolojik taciz/çin işkencesi.
mobbing ancak iş yerinde söz konusu olabilir. okulda arkadaş çevresinde ortaya çıkan çatışmalar mobbing olarak değerlendirilmeyeceği gibi iş yerinde ortaya çıkan bütün çatışmalar mobbing değildir.
bir çatışmanın mobbing olarak değerlendirilebilmesi için,
iş yerinde bir çalışanın sistematik, kasıtlı ve uzun süreli olarak (altı ay veya daha uzun süre) psikolojik baskı, yıldırma, dışlama veya küçük düşürme gibi olumsuz davranışlara maruz kalması gerekir.
saldırgan üst, eş düzey veya ast olabilir, bir kişi ya da birden çok kişi olabilir.
mobbing, bireyin mesleki itibarını zedeler, iş verimini düşürür, psikolojik ve fiziksel sağlık sorunları yaratır işi terk etmeye veya intihara kadar götürebilir.
bazı mobbing yöntemleri şunlardır: eleştiri, aşağılayıcı sözler, yetkinliği sorgulama, dışlama, aşırı iş yükü veya iş vermeme. genellikle şiddet söz konusu olmaz. -
felsefe gibi
gibi dizisindeki derin felsefe, türk insanının felsefede ulaşabileceği şahikayı temsil eder.
"el vardır, ele olur el.
bel vardır, bele olur bel.
dil vardır, dile olur dil.
göl vardır, göle olur göl.
döl vardır, döle olur döl."
https://x.com/...¤tTweetUser=gibidizisi
yukardaki dizeler, varlık ve oluş arasındaki ilişkiyi felsefi bir bakış açısıyla ele alıyor. burada özellikle ontolojik dönüşüm, ilişkisel varlık anlayışı ve dilin şekillendirici gücü ön plana çıkıyor.
1. varoluş ve bağlam (ontolojik dönüşüm)
bir şeyin kendi başına var olması ile bir bağlama oturduğunda aldığı yeni anlam arasındaki fark vurgulanıyor.
örneğin, "el" tek başına bir uzuvdur, ama "ele olmak", bir eylemle veya bir bağlamla birleştiğinde ona yeni bir anlam kazandırır.
"dil" tek başına bir organ olabilir, ama "dile olmak" onun konuşma ve iletişim aracı haline gelmesi anlamına gelir.
bu, varlıkların sadece fiziksel varoluşlarının değil, işlevsel ve bağlamsal anlamlarının da önemli olduğunu gösterir.
2. ilişkisel ontoloji (bağlamın anlamı değiştirmesi)
hiçbir şey tek başına, mutlak bir varlık değildir; her şey bir ilişki içinde anlam kazanır.
"bel", insan vücudunun bir parçasıdır ama "bele olmak" ifadesi, o belin bir şekle bürünmesini, bir bağlamda anlam kazanmasını ifade eder.
bu durum, ilişkisel varlık anlayışını (relational ontology) destekler. bir varlık, tek başına değil, çevresi ve kullanımıyla birlikte anlam kazanır.
3. dilin inşacı gücü (dil ve gerçeklik ilişkisi)
dil, dünyayı sadece tanımlayan bir araç değil, aynı zamanda onu şekillendiren bir unsurdur.
"döl" biyolojik bir kavramdır, ama "döle olmak" kavramı, onun çoğalma ve neslin devamı bağlamında anlam kazandığını gösterir.
burada dilin sadece isimlendiren değil, gerçekliği kuran ve ona yön veren bir unsur olduğu fikri öne çıkar.
sonuç:
bu dizeler, varlıkların mutlak olmadığını, bağlam içinde anlam kazandığını ve dilin dünyayı şekillendirdiğini anlatır. varlık ile işlev, anlam ile bağlam arasındaki ilişkinin dinamik ve dönüşümsel olduğunu vurgular. bu düşünce, hem ontoloji (varlık felsefesi) hem de dil felsefesi açısından güçlü bir içeriğe sahiptir. -
insan hakları
insan hakları, sınıfsal mücadele içinde şekillenir ve tarihsel olarak değişir. kapitalist toplumda insan hakları, bireysel özgürlükler ve hukuki eşitlik temelinde tanımlanır, ancak toplumsal eşitsizlikler nedeniyle herkesin bu haklardan eşit yararlanması mümkün olmaz.
insan hakları, kapitalist bir toplumda her zaman aksak olsa da önemsiz de sayılmaz, toplumsal dönüşüm için önemlidir.
gerçek anlamda insan hakları ise hukuki ve bireysel çerçevenin ötesine geçerek sosyal ve ekonomik adaletin sağlanması ile mümkün olabilecektir. -
tüketim toplumu
jean baudrillard'ın sosyolojide popülerleştirdiği kavram.
baudrillard, 1970 tarihli tüketim toplumu kitabında, tüketimin artık yalnızca ihtiyaçları karşılamak için değil, bir gösterge ve statü aracı olarak gerçekleştiğini savunur. modern toplumda insanlar, malları yalnızca işlevleri için değil, onlara yüklenen sembolik anlamlar nedeniyle tüketir.
https://anarcho-copy.org/...oplumu-soylencileri-yapilari.pdf
edit: harf hatası düzeltildi. kitap linki eklendi.