şimdilerde ebeveynler her şeye karışır oldu. çocuk okulda bir şeye üzülüyor, suçlusu öğretmen. çocuk bir derste başarısız oluyor, suçlusu yine öğretmen. kimse durup da evine bakmıyor.
-
-
öğretmenlerin maaşına sallamadıkları bir türkiye düşünemiyorum. ülkede herkesin maaşı normal, bir öğretmenlerinki çok yüksek zaten.
-
3 ay tatil yapmaları. nefret etmelerinde haksızlar ama. endüstri meslek lisesi öğretmenlerini hariç tuttuğumuz zaman sonuçta hiçbir iş becerisi-iş vasfı falan olmadığı için öğretmen olalım da köşeyi dönelim bari demişler okumuşlar öğretmen olmuşlar mesela. onlar da okuyup öğretmen olabilirlerdi.
-
sürekli aglamalari.
-
kendi adıma söylüyorum asla öyle bir nefretim yok, aksine olmak istediğim, özendiğim bir meslek. klişelere bağlı olmayı gerçekten sevmem ama, ciddi anlamda kutsal bir meslek. özellikle ilkokul öğretmenlerinin verdikleri eğitim, öğrenci kişisinin karakterinde oldukça önemli bir etki sağlıyor. geleceğin eğitimcisini, hukukçusunu, tıpçısını vs hepsini öğretmenler belirliyor.
ne kadar maaşları iyileştirilse, ne kadar desteklenseler az bana göre. sayıları daima artsın. -
o meslekten biri olarak nefretin cumhuriyetin ilk dönemlerine dayandığını düşünüyorum. yeni rejimle birlikte benimsenen yaşam tarzının halka anlatma yükümlülüğü öğretmene verildi. çünkü yurdun en uzak köşesine ulaşma imkanı olarak öğretmen uygun bir figür olarak görüldü. tabi taşrada ona rakip bir figür daha vardı . the imam... aslında bu insanlar iki farklı meslekten çok, iki farklı dünya görüşünün veya ideolojinin temsilcileriydi.(see: yakup kadri karaosmanoğlu)'nun da (see: yaban) adlı romanında anlattığı gibi o dönemde aydın/halk bir ideolojik çatışmayı yaşar. bu durumda köylünün bir seçim yapması gerekiyordu. dönemin halkının eğitim seviyesi, imamın geçmişten gelen gücü düşünülürse halkımızın nefretinin sebebi ortaya çıkabilir.