bargello, çokça severim, anısı var. gerçi bayağıdır bitmiş halde, onun yerine rebul kullanıyorum, kokusu oldukça güzel, rebul aqua.
entries (546) - page 34
-
sözlükçülerin kullandığı parfümler
-
assassin's creed
serinin ilk oyunundan itibaren, assassin's creed rogue oyununa kadar hepsini bitirdim, sonrasını bilgisayarımın düzgün kaldırmaması sebebiyle bitiremesem de, en son oynayabildiğim oyun unity oldu. gerçi onu da oynayış anlamında çokça bug olmasına rağmen sevmiştim.
ezio auditore da firenze'nin hikayesi serinin birçok hayranı gibi beni de çok etkilemişti. onun dışında çok da beğendiğim bir karakter olmadı. gerçi altair de serinin ilk karakteri olması nedeniyle özel bir yerdedir benim için. ezio ve altair'den sonra favori karakterim korsanlara olan ilgim sebebiyle edward kenway. her ne kadar oyunun konseptiyle serinin o oyununa dek muhtemelen en alakası karakter olsa da belirttiğim gibi korsanlara olan ilgim nedeniyle beni çokça içine çekti.
sözün kısası benim için oyun dünyasındaki en keyifli serüvendir assassin's creed serisi. teşekkürler ubisoft. -
şu an yazarların nerede olup ne yaptığı
aile evimdeki uzun süredir yatırılmış olan çekyatta uzanıp kurtlar vadisini izliyor bir yandan da burada bir şeyler yazıyorum.
-
norm
kelime anlamı ile "önceden belirlenmiş kalıp, düzgü" anlamına gelir. belli kalıplar, kurallar diye nitelendirebiliriz. normal sözcüğü de bu anlama uygun olan eylemler bütününü kapsar.
norm dediğimiz şeyi ne yazık ki bireysel olarak ele almaksızın çoğunlukla toplumsal olarak ele alırız ve bir şeyin topluma uygun olmama halini anormal olarak değerlendirebiliriz.
norm anlayışı benim mantığıma göre şöyledir. bireyin eylemi başka birey yahut topluluğa zarar vermediği sürece o şey norma uygundur. fakat ülkemizde insanlar ortada bir zarar durumu olmaksızın, topluma bakıyor, toplum o şeyi tuhaf bulduğu anda o şey anormal oluyor. bu da norm kavramını oldukça küçük bir duruma getiriyor.
yani özetle, ülkemizdeki norm kavramı, topluma uygun olup olmama haliyle belirleniyor. ben bunu pek akla mantığa uygun bulmasam da böyle. -
gösteriş tüketimi
maalesef ki ülkemizde çokça tüketicisini barındıran bir tüketim toplumu sınıfı. bu sınıf üyeleri genel olarak "kalite umursamaksızın" marka bağımlısı insanlar tarafından oluşur. her yerde giydiğine, yediğine, içtiğine mümkün oldukça dikkat eder. kendisinde başka şekilde ön plana çıkabilecek bir özellik olmadığı düşüncesi yahut bilgisiyle bu eylemini mümkün oldukça hayatı boyunca sürdürür.
bu ülkemizin birçok alanında da mevcuttur, serbest kıyafetin olduğu birçok yer dahildir, üniversite, yerine göre çalışma ortamı. düğünler zaten adeta bir gösteriş tüketim merkezinin gösteriş alanıdır. -
anlaşılmaz olma çabası
bazı insanlar hayatta yapmış oldukları eylemler ile her ne kadar anlaşılmaz olmayı hedeflemeseler dahi, yaşıyor oldukları hayatı kendi doğruları ile özgün biçimde yaşama çabaları ile istem dışı olarak anlaşılmaz birey haline gelirler, bu kısım bu kişilerin dışındadır.
bir de tabi yalnızca anlaşılmaz olma çabası halinde yaşamaya çalışanlar vardır ki onlar da genelde bu hallerini ellerine yüzlerine bulaştırır, anlaşılmaz olmaktan çok komik duruma gelirler. -
mobbing
mobbing kavramını açık şekilde sizlere sunmam gerekirse, evde, arkadaş arasında, iş yerinde, kişinin gerek fiziksel gerek psikolojik anlamda uğradığı bir çeşit zorbalık, zorlama bütünü.
genel haliyle bilineni bu anlattıklarım içerisinde bulunan, kişinin iş yerinde görmüş olduğu mobbingdir. kelime anlamıyla bezdiridir. kelime anlamında da belirtildiği üzere iş yerinde kişinin özellikle amiri, yahut amirleri, yahut müdürü tarafından uğramış olduğu yoğun baskılar, bazen tutanak tutulması ile tehdit edilmesi hali mobbingin unsurlarındandır.
mobbing her ne kadar hayatın birçok anlamında olduğu gibi iş yerinde de yapılıyor olsa da yapan kişi yahut kişilerce bir türlü kabul edilmez, aksine mobbing yaptıkları iddia edildiğinde kişiler çılgına dönerler.
ülkemizde mobbing maalesef birçok kişinin yaşamına da son vermektedir haliyle, kişi artık bu bezdiri haline dayanamaz ve kurtuluşu hayatına son vermekte bulur. soran olursa borcu vardı, yaşamı sevmiyordu vs.
benim şahsi düşüncem, mobbing sonucu hayatına son veren insanların yaptığı eyleme intihar demek o insana hakarettir, saygısızlıktır. mobbing cinayettir, belki bir belki birkaç kişi tarafından işlenen bir cinayet. bu durum ne zaman önemsenirse artık, belki yıl, belki yıllar sonra. -
tüketmenin doyumsuzluğu
sürekli olarak tüketmek halinin insanda bir doyumsuzluk oluşturduğunu düşünüyor bunu hissediyorum, basit bir örnek vermek gerekirse, sürekli olarak gün içerisinde vücudumuzu bir şeyler yiyerek geçirdiysek bu diğer günlerimizi de bu şekilde geçirmeye doğrudan yahut dolaylı yoldan sebep veriyor. sürekli olarak doymadan bir şeyler yemek ile günümüzü geçiriyoruz. bence bu doyumsuzluk hali de bizi mutsuzluğa sevk eden bir eylem haline götürüyor. her yemeğe, her meyveye, her yiyeceğe kolayca ulaşabilmek, mevsimini beklemeden öylece yemek, bizi gittikçe daha bir doyumsuz insan haline sürüklüyor. bu konuda küçük iskender'in şöyle bir şiiri vardır, severek okuduğum bir şiir.
hasta hayat depoları isimli şiir kitabından,
"67.
içinde insan barındırmayan herşey beni besliyor. daha çok
nesnelerden, nesneye hükmeden aşk ve hiddet koşullarından
yanayım. aşk ve hiddeti insana ait saymıyorum; aşk ve hiddet,
doğanın harekete geçiş mekanizmasıdır. içinde canlı barındıran
herşey tüketici! yapıcı taraflar da dahil bu tüketişe! diyalektik
idolüne göndermelerle eğlenmiyorum. doğruyu söylüyorum:
dünyayi kontrolü altinda tutan tek fiil,
tüketmektir!"
sürekli olarak tüketiyoruz, bu sadece yemek anlamında değil, sevgi anlamında, çalışmak anlamında, daha aklınıza gelebilecek her ne varsa, her anlamda ya kendimizi tüketiyoruz, ya biz bir şeyleri tüketmek ile meşgul oluyoruz. bu tüketmek hali bizi doyumsuzluğa, doyumsuzluk durumu da mutsuz bir insan olmaya, bunun da ileri süreci olarak, psikiyatrik ilaç bağımlısı insanlar haline gelen toplumun üyesi olmaya sürüklüyor. -
kaybedenler kulübü
ben bu filmi izleyeli henüz bir yıl olmamıştır muhtemelen fakat oyunculuk açısından çok beğendiğim bir filmdi. filmin başrolünü oluşturan nejat işler ve yiğit özşener(evet itiraf edeyim yiğit özşener'i isim olarak hatırlamıyordum şu an google ile baktım, filmdeki ismi dahi aklımda değil zaten) kaybedenler kulübü isimli programın yayını yapan iki radyo yayıncısı. bunların dışında tabi farklı hayatları da var. fakat bana göre filmde en güzel sergiledikleri şey yaşadıkları hayatı pek de umursamadan, önemsemeden yaşamaları, anı yaşamaları. her iki karakterde de bu havayı görüyordum.
her ne kadar filmin ismi kaybedenler kulübü olsa da bana göre iki karakterin de en azından göz önünde bulunan pek bir kaybedilmiş durumları yok, yahut kaybetmiş durumları. yaşadıkları hayatı bir şekilde eğlence içerisinde, kendilerini mutlu eder şekilde geçirmek isteyen kişileri canlandırıyorlar ki bence bu canlandırmayı filmde mükemmel izlettiriyorlar. özellikle bana göre bunu yiğit özşener çok güzel yapmış.
filmin beni çeken önemli olayı da radyo olayı, her iki yayıncının da radyo programı ile birbirinden bağımsız insanlara seslenmeleri, onların dertlerine en azından ortakmış gibi görünme halleri oldukça güzeldi. radyo dinlemeyi seven biri olarak bende çok özel bir yere sahip bir filmdir.
+18 sahneleri de mevcuttur, argo sahneler da vardır, ancak bana göre çok da göze batar şekilde değil. yani bu gibi konuları çok önemsemiyorsanız en azından göze çok batar derecede kötü bir etken değil.
hayatımda bir kez izledim, bir kez daha izler miyim, muhtemelen evet. ancak üzerinden biraz daha zaman geçmeli. -
seksenler
birol güven'in yapımcı, senarist ve yönetmenliğini yaptığı bir trt dizisi. ilk 40-50 bölümünü gerçekten severek izledim, sıcak bir aile anlatılıyordu, sıcak bir aile, aile çevresinde bölüm ilerledikçe şekillenen bir mahalle. o dönemdeki komşuluk ilişkileri, aile ilişkileri vs gerçekten bana göre adeta seksenlere dair bir belgesel izliyorsunuz gibi hissettiriyordu. özellikle belirtmiş olduğum 40-50'den sonra bana göre o havası biraz azaldı. yeni karakterler eklendikçe dizi biraz daha bambaşka yerlere, bambaşka senaryolara doğru evrildi. tabi süresinin de bunda etkisi var, ülkemizdeki dizi süreleri uzun oldukça, diziler ne kadar iyi ilerlerse ilerlesin, bir yerden sonra maalesef konu olması gerektiği yerden sapıyor ve dizi de haliyle izlenebilirliğini kaybediyor. en azından seksenler dizisi de benim için böyle. eğer dizi 40-50 dakika olarak yayınlansaydı daima ve ilk bölümden itibaren hep böyle ilerleseydi, 100 bölüm rahat izletirdi diye düşünüyorum. fakat mint yapım'da böyle sürekli olarak bir şeyleri gereğinden fazla uzatma durumu var. mesela çocuklar duymasın dizisi buna en net verilebilecek örnektir herhalde. 3-4 yılda bir sürekli olarak yeniden başlaması artık bir süreden sonra o diziden soğutuyor. en azından beni soğuttu.
bunlar dışında seksenler dizisinin ilk bir-iki sezonunu izlememiş olanlara ve tabi süre açısından vakti olanlara tavsiye ederim. oyuncu kadrosu gayet güzel. rasim öztekin var, huzur içinde uyusun. şoray uzun var, ilker ayrık var. serhat kılıç var ki bence dizinin en önemli karakterlerinden biri. onların yanı sıra yasemin çonka, ayşe tolga, özlem türkad da diziye oldukça yakışan isimlerden. seyir zevki sunan isimler bana göre bunlar. ve tabi yine huzur içinde uyusun vural çelik de dizinin izlenilesi karakterlerinden birine hayat veriyordu.
izlemek arzusunda olanlara iyi seyirler dilerim. -
dünya bu
gain platformunda yayınlanmış olan 8 bölümlük dizi. bu dizide her bir bölümü birbirinden bağımsız karakterleri anlatan skeçler oluşturuyor, her bir skeç de oldukça keyifli. favorim son bölümlere doğru bulunan, istanbul beyefendilerinin konusunu şekillendirdiği skeç, çokça beğendim. gerçi diğer skeçler de gayet güzeldi. bahsettiğim gibi 8 bölüm ve tek sezonda sona erdi, devam sezonu gelir mi bilemiyorum, gelirse yine izlerim, izlememiş olanlara da mutlaka tavsiye ederim. yapımcısı caner özyurtlu, senaristi ise volkan öge. bu ikiliyi ayak işleri dizisinden bilenler vardır muhtemelen, ki zaten volkan öge'yi batesmotelpro kanalından da tanıyanlar çok fazladır diye düşünüyorum, bu sebeple özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum.
izleyecek olanlara iyi seyirler dilerim. -
re'sen
hukuki anlamda bir örnekle tanımı şekillendirmem gerekirse şöyle diyeyim, örneğin ceza mahkemesinde bir şahsın yakalaması var yahut günsüz zorla getirme emri düzenlenmiş diyelim. şahıs yakalandığı gün yahut günsüz ihzar ile ilgili kişinin getirildiği gün duruşma zaptının açılması durumuna "resen celse açılması" adı verilir. bu da bir not, günlük hayatta nerede işinize yarar ise artık.
-
gülden karaböcek
seksenler dizisi ile özellikle çokça sevmeye başladığım, o dizide de yanlış hatrımda kalmadı ise "ayrılık kolyesi" isimli parçasını dinlemiştim, sesi mükemmel, şarkı çok hoş, sözleri çok hoş. dinlememiş olanlara mutlaka tavsiye ederim.
-
cüneyt arkın
çocukluğumun(2004-2014 yılları arası özellikle) büyük bir kısmı filmlerini izlemekle geçmiştir, battal gazi, malkoçoğlu, kara murat gibi. bunların yanında da yanlış hatırlamıyorsam cemil isimli bir komiseri canlandırdığı bir film serisi de vardı, iki filmden mi ne oluşuyordu, o da çok çok güzel, anlamlı mesajları bulunan bir filmdi. türk sinemasının değerli, kıymetli sanatçılarından biri, bazen youtube'da beyaz showa yahut farklı programlara katıldığı videolara denk geliyorum. ses tonu, anlatım tarzı, türkçe kullanımı ile mükemmel bir aktör, sanatçı. huzur içinde uyusun.
-
elif eylül
aynı zamanda dizinin hayran kitlesi tarafından sahneleri geçilen karakterdir kendisi, evet ben de bazen geçiyorum. (see: elif eylül)